31 Mart 2013 Pazar

İki kişinin fısıldaşması yasağı



Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Üç kişi bir arada bulunduğunuz vakit, başka insanlara karışıncaya kadar, (içinizden) iki kişi, diğerini bırakıp fısıldaşmasın. Çünkü bu fısıldaşma, o kişiyi üzer."


Açıklamalar: Üç kişi bir arada iken, ikisinin bir tarafa çekilip gizli gizli konuşmaları, üçüncü kişiyi işkillendirir. Kendisi hakkında kötü bir şey planlandığını zanneder. En azından, kendisini konuşmalarına ortak etmedikleri için üzülür. Böyle bir tavır, orada bulunanlar arasında soğukluğa ve güvensizliğe sebep olur. Bu sebeple Resûl-i Ekrem Efendimiz, böyle bir davranışın İslâm muâşeret kurallarına uygun olmadığını bildirmiş ve yasaklamıştır. İmam Mâlik ve Nevevî bu yasağın, haram anlamında olduğu görüşündedirler. Ancak hemen hatırlatalım ki, üçüncü kişiden izin almak suretiyle yapılacak gizli konuşmada, pek tabii ki herhangi bir sakınca yoktur. Üçten çok kişinin bir arada bulunduğu bir mecliste de, bir kişiyi dışlayarak hepsi birden kendi aralarında fiskos edecek olsalar, hüküm yine aynıdır. Bu da yasaktır. Öte yandan bir mecliste, içlerinden birinin bilmediği bir dille konuşmak da gizlice fısıldaşmak hükmündedir. Çünkü bu durum o kişiyi üzer ve şüphelendirir. Üçden fazla kişinin bulunduğu bir toplantıda iki kişinin kendi arasında fısıldaşması yasak değildir. Çünkü, kimse yalnızlığa itilmemiş olup diğerleri de kendi aralarında konuşabilirler. Resûl-i Ekrem Efendimiz'in sünnetini imkân ölçüsünde aynen yaşamaya çok özel bir gayret ve titizlik gösteren Abdullah İbni Ömer, -Allah babasından ve kendisinden râzı olsun- Hz. Peygamber'in bu konudaki tavsiyesine nasıl uyulabileceğini fiilî olarak göstermiştir. Gizli görüşme isteyen bir kişi yanına gelince, daha önceden yanında bulunan arkadaşını yalnız bırakmamak için hemen bir dördüncü kişiyi çağırıp siz ikiniz şuracıkta biraz meşgul olun, diyerek tedbir almış ve özel görüşmesini yapmıştır. Böyle davranmasının gerekçesi olarak da Peygamber Efendimiz'in “Üç kişi bir arada iken, ikisi öbüründen ayrı olarak fısıldaşmasın" tavsiyesini göstermiştir.

İkinci hadiste yer alan "başka insanlara karışıncaya kadar" kaydını İbni Ömer, bir başkasını yanlarına çağırmak suretiyle gerçekleştirmiştir. Bu da insanlara karışmanın bir başka yoludur.

Bilhassa İslâmiyetin ilk yıllarında, müslüman olmayanların kendi aralarında gizli gizli konuşmaları, kaş göz işaretleriyle müslümanlar hakkında bir şeyler planladıkları izlenimi vermeleri, müslümanları son derece üzüyordu. Durum bugün de aynıdır. Bazı kişi ve kurumlarda tavır hiç değişmemiştir. Kendilerine ağır gelen bir durumu, müslümanların, başkalarına uygulamaları ise, elbette hiç yakışık almaz.

Buhârî, İsti'zân 47; Müslim, Selâm 37, 38; Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Edeb 24; Tirmizî, Edeb 59; İbni Mâce, Edeb 50
Riyazü's Salihin - İmam Nevevi
Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Yrd. Doç. Dr. Raşit Küçük

28 Mart 2013 Perşembe

Ezan ve kamet getirmenin fazileti



Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse boş bir yerde bulunup da namaz vakti girse, abdest alsın. Eğer yalnız ikamet alırsa (kamet getirirse), kendisiyle birlikte iki melek namaz kılar. Eğer hem ezan okur, hem ikamet alırsa, kendisiyle beraber cünud-u ilahiyeden iki ucu görünmez bir cemaat namaz kılar."

(Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, IV/381-382)

Diyanet İşleri Başkanlığı;
Farz namazlardan önce, namazın başladığını bildiren ve ezan lafızlarına benzeyen sözlerdir. Ezandan farklı olarak, "hayya ale'l-felâh" cümlesinden sonra, "kad kâmeti's-salât" cümlesi eklenir. Kâmet kelimesi Arapça'dan değişikliğe uğrayarak dilimize geçmiştir. Aslı ikâmettir. İster cemaatle, isterse tek başına kılınsın, erkeklerin her farz namazdan önce kâmet getirmeleri sünnettir. Kazâ namazlarında da kâmet getirmek sünnettir. Kâmet ezana göre daha hızlı okunur. Ezan ile kâmetin arasının bir miktar ayrılması gerekir. Ezan ile kâmet arasında sünnet bulunmayan akşam namazında, ezan okunduktan sonra Fâtiha sûresini okuyacak kadar beklemek uygun olur. Bir camide cemaatle vaktin namazı kılındıktan sonra, aynı vakit namazı cemaatle veya tek başına kılınması halinde tekrar ezan ve kâmet okunmasına gerek yoktur. Camide cemaatle kılınan namazlarda kadınların, delilerin ve abdestsiz kişilerin kâmet getirmesi mekruhtur.

27 Mart 2013 Çarşamba

Evden çıkarken yapılacak dua


Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim, evinden çıkarken:

“Allah’ın adıyla çıkıyor, Allah’a güveniyorum. Günahlardan korunmaya güç yetirmek ve taate kuvvet bulmak, ancak Allah’ın tevfik ve yardımıyladır” derse kendisine:

“Doğruya iletildin, ihtiyaçların karşılandı, düşmanlarından korundun, diye cevap verilir. Şeytan da kendisinden uzaklaşır.”

Ebû Dâvûd’un rivayetinde şu ilâve vardır:

Şeytan, diğer şeytana: Hidâyet edilmiş, ihtiyaçları karşılanmış ve korunmuş kişiye sen ne yapabilirsin ki? der. 

Ebû Dâvûd, Edeb 103; Tirmizî, Daavât 34

Açıklamalar

Evinden çıkarken “bismillah, tevekkeltü alellah ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah” diyenin, Allah’a güven tazeleyip, işlerini, hatadan korunmasını, tâat ve hayırlara muvaffak kılınmasını Allah’ın yardımına bağlayan yani inancını böylece ortaya koyan kişinin, umduklarına kavuşacağını haber vermektedir. Üstelik şeytanın kendisini yanıltmaktan ümidini kesip uzaklaşacağını bildirmektedir.

Tevekkül etmesini bilen, tam bir güvenceye kavuşmuş demektir. Kulun Alah’a tevekkül ettiğini bilmediği için onu yanıltmaya çalışan şeytanı, durumu bilen şeytanın, “Boşuna uğraşma, o sigortalandı” diye uyarması, Allah’a tevekkülün gücünü gösterir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Allah’a güvenip sığınmak, en sağlam barınakta korunmak demektir.

2. Evden çıkarken hadisteki cümlelerle dua etmek müstehabtır. Bunu alışkanlık haline getirmek, çocuklara da öğretmek gerekir.

Ravi: Enes radıyallahu anh
Kaynak: 
(Ebû Dâvûd, Edeb 103; Tirmizî, Daavât 34)

Riyazü's Salihin - İmam Nevevi
Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Yrd. Doç. Dr. Raşit Küçük

25 Mart 2013 Pazartesi

Yüce ALLAH’ın en çok hoşlandığı söz


Ebû Zer radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:
“ALLAH’ın en çok hoşlandığı sözü sana bildireyim mi? ALLAH’ın en çok hoşlandığı söz, sübhânallahi ve bi–hamdihî demektir”, buyurdu

Kaynak: Müslim, Zikir 85.
Açıklama: Resûl-i Ekremsallallahu aleyhi ve sellem, Müslim’deki rivayetten öğrendiğimize göre, Ebû Zerr’e:
- “ALLAH’ın en çok hoşlandığı sözü sana bildireyim mi?” diye sorduğu zaman, Ebû Zer:
- Yâ Resûlallah! ALLAH’ın en çok hoşlandığı sözü bana bildir, diye sevinmişti. “Ben ALLAH’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim” anlamındaki bu son derece muhtevalı zikri herhalde Ebû Zer radıyallahu anh bir daha dilinden bırakmamıştır. Ebû Zerr’in Sahîh-i Müslim’deki diğer rivayetine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
- Hangi söz (zikir) daha faziletlidir? diye sorulmuştu. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz:
- ALLAH’ın melekleri veya kulları için seçtiği sübhânallâhi ve bi-hamdihî sözüdür, buyurmuştu (Müslim, Zikr 84). 
Şüphesiz zikirlerin en üstünü ALLAH’ın kelâmı olan Kur'ân-ı Kerîm’dir. Onu okumak ve hele mânasını anlamaya çalışmak suretiyle okumak insana daha fazla sevap kazandırır. Hadîs-i şerîflerde geçen zikirleri Peygamber Efendimiz’e Cenâb-ı Hakk’ın öğrettiğinde şüphe yoktur. Hadisimizin diğer rivayetinde geçen “ALLAH’ın melekleri veya kulları için seçtiği” zikir sözü de bunu göstermektedir. Öyle de olsa, bu zikirleri, sevap bakımından Kur'ân-ı Kerîm ile mukayese etmek mümkün değildir. Bununla beraber insan her zaman Kur’an okuyamaz. İşte bu sebeple bir kimse yakaladığı fırsatları değerlendirmeli, bir iki defa söylemekten ibaret bile olsa Resûlullah’ın öğrettiği zikirleri tekrarlamalıdır.
Riyazü's Salihin - İmam Nevevi Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Yrd. Doç. Dr. Raşit Küçük

Ayakta su içmeyin



Uzmanlar, basit ve çabuk olsun diye ayakta su içmeyi tercih edenlerin kendilerine bir çok zarar verdiğini açıkladı.

Uzmanlar, ayakta su içmenin insanlara tıbben zarar verebileceğini ifade ederek şu açıklamlarda bulundular:

"İnsanların mideleri pozisyonlarına göre farklılık gösterir. Yani ayakta ve oturur vaziyetteki midenin pozisyonu farklıdır. Ayakta duran bir insanlar eğer sıvı gıda içerse doğrudan doğruya onikiparmak bağırsağına geçer. Bu da midenin küçük eğriliğine uyan kısmında Waldeyerin mide caddesi denen oluk bulunur."

"Sıvı gıdalar bu yolu takip ederek devamlı küçük bir açıklığı olan mide çıkışını geçerek onikiparmak bağırsağına geçer. Yani şöyle diyecek olursak insanların ayakta su içmeleri sonucunda suyu içerler ve hiçbir yere etkisi olmadan direk onikiparmak bağırsağına geçer. Su insanlar için önemlidir. Bu sıvıyı ayakta içtiklerinde vücuttaki su mide de birikmez ve vücuda hiçbir faydası olmaz."

"Eğer insanlar sıvıyı oturarak içerse bunlar önce midede birikir, asitle karışarak mikropları ölür ve sonra onikiparmak bağırsağına geçer. Bu durumda oturarak su içme usulüne uymakla insan kolera dahil, bir çok insan hastalıklarından korunmuş olur. İnsanlar rastgele yerde sıvıları alıp ayakta içerseler bazı hastalıklara ve tehlikeye daha fazla maruz kalırlar." dedi.

Halbu ki Peygamber Efendimiz 1400 yıl önce “Hiçbiriniz ayakta su içmesin.” (Müslim, Eşribe 116) diyerek insanlara uyarı ve tavsiyelerde bulunmuştu.

Kabir ziyaretinin adabı nedir?

Mezarlıkların ziyaret edilmesi, bu vesileyle ölümün hatırlanması ve orada yatanlardan ibret alınması dinimizin tavsiye ettiği hususlardandır. Kabir ziyaretinde bulunan kişi, ahireti hatırlamalı, dünyanın geçici olduğunu ve bir gün kendisinin de öleceğini düşünmelidir. 

Hz. Peygamber (s.a.s.) geceleri Baki’ kabristanına gelir ve “Mü’minler yurdunun sakinleri sizlere selam olsun. İNŞÂALLAH biz de size katılacağız. Bizler ve sizler için ALLAH’tan afiyet dilerim; ALLAH’ım, Baki’ kabristanında bulunanları bağışla” diye dua ederlerdi (Müslim, Cenaiz, 35). 

Kabir ziyaretinde bulunan kişinin ölü için dua etmesi ve Kur’an okuyarak sevabını orada bulunanların ruhlarına bağışlaması uygun olur. Ancak, kabir ve türbe ziyaretlerinde İslam’ın özüne ve tevhid anlayışına ters düşen, itikadi bakımdan da zararlı olan tutum ve davranışlardan uzak durmak gerekir. Kabrin başında yüksek sesle ağlayıp gürültü yapmak, kabrin parmaklık ve taşlarını öpmek, onlara sarılıp ağlamak ise İslam ile bağdaşmaz. Türbelerde yatan kişileri beşer üstü varlıklar olarak görmek; bu zatların duaları kabul ettiğine, ilahi kudretlerinin olduğuna inanmak; bir kısım ihtiyaç ve dilekleri onlara arz etmek; kendilerinden medet ummak; bu ziyaretleri dini bir vecibe gibi telakki etmek; bez bağlamak; mum yakmak; kurban kesmek, şeker vb. yiyecek maddeleri dağıtarak onlardan yardım dilemek, tevhid dini olan İslam’la bağdaşmaz. Ölen kişilerden medet ummak ve onlardan bazı şeyler beklemek iman açısından tehlikeli bir davranıştır.

Din İşleri Yüksek Kurulu


Bid'at ve Hurafeler



Bid’at, dinin aslından olmayan ve şer’i delillere dayanmayan, sünnete aykırı olarak icat edilen şeylerdir. Başka bir ifadeyle; dini emirlerin tamamlanmasından sonra, Kur’an’ın açık hükümlerine, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine, ashab, tabiin ve müctehitlerin genel görüşlerine tamamen aykırı olarak dinde sonradan ortaya çıkan hal, davranış ve işlerdir.[1]
Hurafe ise, doğru bilgiye dayanmayan, akıl ve mantık ilkeleri ile bağdaşmayan, dinin özüne ters düşen ve dine çeşitli sebeplerle sonradan sokulmaya çalışılan her türlü yanlış inanış ve uygulamalardır. 

Türbelerin etrafında tavaf eder gibi dönülmesi, onlara çeşitli dilekler için adaklar adanması, mumların yakılması, bez ve çaputların bağlanması, muska yapmak, sihir ve büyü yaptırmak, üfürükçüye ve medyumlara gitmek, ruh ve cin çağırmak, evlerde baykuşun ötüşünü, kara kediyi, iki bayram arasında nikâh ve düğün yapmayı, gece vakti tırnak kesmeyi, bazı sayıları ve davranışları uğursuz saymak, ölü çıkan evde ve akrabalarının evlerinde belli bir süre saç, sakal vb. gibi temizlikleri yapmamak, ölünün üçüncü gününde helva dağıtmak, yedinci, kırkıncı, elli ikinci gecesi ile ölüm yıldönümünde hatim ve mevlüt okutmanın gerekli olduğuna inanmak, cenazeyi götürürken alkışla uğurlamak, arkasında yüksek sesle zikir yapmak, slogan atmak, üzerine çiçek serpmek ayrıca; nazar değmemesi için kurşun döktürmek; evlere, iş yerlerine ve şahıslara hayvan başı, hayvan boynuzu, karaçalı dikeni, at nalı, sarımsak ve nazar boncuğu takmak, ay ve güneş tutulmasında silah atmak, teneke çalmak, ay ve güneş tutulmasını kötüye yorumlamak, yeni evlenen gençlere ayıp düşüncesi ile günlerce gusül abdesti aldırmamak toplumumuzda en yaygın olan bid’at ve hurafelerdir. 
Halbuki ALLAH (cc) : “….Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim…”[2] Buyurmaktadır. Ayetten açık bir şekilde anlaşılıyor ki Cenab-ı Hak’ın bizler için seçtiği İslam dini mükemmelliğe ulaştırılmış, gerek ayet-i kerimelerle gerekse hadis ve sünnetle sahabe, tabiin ve müctehid imamların görüşleri ile temel inanç esasları açıklanmış, kişilerin ibadet hayatıyla ilgili mükellefiyetleri ayrı ayrı bildirilmiştir. Dinde eksik bir taraf bırakılmamıştır. Bütün bunlara rağmen kişinin, dinde sanki eksiklik varmış gibi çeşitli sebeplerle bid’at ve hurafelere sapması, onlara inanarak bağlanması ve hayatında tatbik etmesi ALLAH’ın hükümlerini açıkça beğenmemek ve onlara karşı gelmektir. Cenab-ı Hak: “Haktan sonra dalaletten başka ne kalır?”[3] ve “İşte bu benim doğru yolumdur; o yolda yürüyünüz, başka yollara sapmayınız ki, sizi O’nun yolundan ayırmasın.”[4] buyurarak, Kur’an ve sünnetle bağdaşmayan bid’at ve hurafelerin dalalet ve sapıklık olduğunu belirmektedir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ise: “Bir kimse, dinimizden olmayan bir şeyi ihdas ederse, o şey merduttur.” Başka bir hadiste ise: “…Sözün en hayırlısı ALLAH’ın kitabıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’ in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan bid’atlardır. Her bid’at dalâlettir, sapıklıktır.”[5] buyurarak dalalete götüren bid’at ve hurafelere karşı bizi uyarmıştır. 

O halde değerli kardeşlerim!
Dünyamızı ve ahiretimizi ma’mur etmek istiyorsak, bid’at ve hurafelerden uzak duralım. “Ne yapalım örf ve adetlerimiz böyle, bunlardan zarar gelmez .” diye düşünüp aldanmayalım. Dinlerini bu tür bid’at ve hurafelerle dolduran geçmiş ümmetlere benzemeyelim. Bilmediğimiz bir konuda ihtilafa düşersek, onu çözmek için ALLAH’ın kitabına ve Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine başvuralım. Kurtuluşumuzun ancak bu şekilde olacağını asla unutmayalım.

- - - - - - - - - - - - - 
[1] Dini Kavramlar Sözlüğü S:72
[2] Maide S.3
[3] Yunus S.32
[4] En’am S.153
[5] Müslim, Cum’a 43. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 7.

Üzerine yemin edilmesi yasaklananlar


(Peygamber, Kâbe, Melekler, Gökyüzü, Ecdat, Hayat, Ruh, Başkan, Sultanın Hayatı, Sultanın Nimeti, Bir Kimsenin Türbesi Ve Emanete Yemin Etmenin Yasak Oluşu)

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

1) "Şüphesiz ki ALLAH Teâlâ sizin babalarınızın adı ile yemin etmenizi yasakladı. Yemin etmek isteyen kimse ALLAH'ın adı ile yemin etsin veya sussun."
2) "Putlara ve babalarınıza yemin etmeyiniz."
3) "Emanete yemin eden kimse bizden değildir."
4) "ALLAH'tan başkası adına yemin eden kimse küfre veya şirke düşmüş olur."
5) "Ben İslâm'dan uzağım diye yemin eden kimse, eğer bu sözünde yalancı ise, söylediği gibidir. Eğer sözünde doğru ise, o kişi inancından bir şey kaybetmeden İslâm'a dönemez."

Kaynaklar:
1) Buhârî, Eymân 4; Müslim, Eymân 3. Ayrıca bk. Buhârî, Edeb 74, Tevhîd 13; Ebû Dâvûd, Eymân 4; Tirmizî, Nüzûr 9; Nesâî, Eymân 4; İbni Mâce, Keffârât 2.
2) Müslim, Eymân 6. Ayrıca bk. Buhârî, Eymân 5; Nesâî, Eymân 10; İbni Mâce, Keffârât 2.
3) Ebû Dâvûd, Eymân 6.
4) Tirmizî, Nüzûr 8.
5) Ebû Dâvûd, Eymân 9. Ayrıca bk. Nesâî, Eymân 8; İbni Mâce, Keffârât 3.

// Açıklamalar //


- 1 ve 2 numaralı hadis-i şeriflerin açıklaması: Yemin kelimesi lugatta kuvvet ve sağ el anlamına gelir. Şeriat örfünde, verilen haberin bir tarafını, yani olduğunu veya olmadığını üzerine yemin edilen şeyle kuvvetlendirmektir. Yemin, bir işi yapmak veya yapmamak hususunda karara ve iddiaya kuvvet vermek için ya ALLAH Teâlâ'ya kasem veya talak gibi bir şeye bağlı olarak yapılan bir akittir. Buna Türkçe'de ant denir. Meselâ, "Vallahi ben şu işi yaptım" veya “yapmadım” demek bir yemindir. "Ben şu işi yaparsam" veya "yaptıysam karım benden boş olsun" demek de bir şarta bağlı olarak yapılmış yemindir. Yemin ne üzerine yapılırsa, ona tâzim ifade eder. Tâzime, yüceltmeye lâyık olan yegane varlık ise ALLAH Teâlâ'dır. Bu sebeple ALLAH'tan başkası adına yapılan yeminler yemin sayılmaz. Şu kadar var ki, ALLAH'tan başkasını tâzim, büyültüp yücelterek herhangi bir kimse veya eşya üzerine yemin etmek, İslâm âlimlerinin bir kısmı tarafından kesin olarak haram kabul edilir. Başka bir kısım âlim ise, yemin eden kimse, üzerine yemin ettiği şeyi tâzim ve yüceltme inancına sahip olmadığı takdirde haram değil, mekruh olduğunu kabul eder.
Kasem suretiyle olan yemin ya, vallahi, billahi, tallahi denilmesi gibi ALLAH Teâlâ'nın zât ismine, ya, Rahmân, Rahîm gibi mübarek isimlerinden birine, veya izzet-i ilâhiye, kudret-i ilâhiye gibi zâtî sıfatlarından biri üzerine ant içmekle yapılır. Kasem ederim, yemin ederim, ALLAH'a andolsun, üzerime yemin olsun, şehâdet ederim, üzerime ahdolsun gibi sözler de birer yemin sayılır. Peygamberlere, Kâbe'ye, mahlûkattan birinin başına veya hayatına yemin edilmesi câiz olmaz; bunlar da yemin sayılmaz. Nelerin yemin sayılıp sayılmadığı fıkıh kitapları ile, ilmihal kitaplarında etraflıca ele alınır.
ALLAH Teâlâ, Kur'ân-ı Kerîm'de Tîn, Zeytin, Semâ, Tûr, Târık gibi mahlûkatından bir çok şeye yemin etmiştir. Bu yeminler ya o şeylerin şerefinin yüksekliğine dikkat çekmek içindir; ya da ibarede adı zikredilmemiş bir şey vardır. Yani bu gibi yeminler, Tîn'in Rabbi hakkı için, Târık'ın Rabbi hakkı için takdirindedir.
Hadisimizde özellikle babanın zikredilmesi, bu şekilde yemin etmenin Arap toplumunda, evlâtlar ve insanlar arasında yaygın olması sebebiyledir. Yemin etmek mecburiyeti varsa ALLAH'a yemin edilmeli, aksi takdirde susmak daha hayırlıdır. Hadisin yukarıda zikredilen kaynaklarında onun çeşitli rivayet tarikleriyle ve farklı şekillerde nakledildiğini görürüz. Nevevî'nin tercih ettiği rivayet, her birinin ortak noktasını teşkil etmektedir. Câhiliye devrinin etkili olan âdetlerinden biri de putlar üzerine yemin edilmesi idi. Putperestliğin şirk olduğu ve dinimizin bunu şiddetle yasakladığı bilinen bir gerçektir. İslâm, putlarla ilgili her türlü inanış, davranış ve yaklaşımı tamamen yasaklayıp ortadan kaldırmıştır. Dolayısıyla putlar üzerine yapılan yeminlerin hiçbir kıymeti olmadığı ve asla yemin sayılmayacağını Peygamber Efendimiz kesin bir şekilde ifade etmiştir. Çünkü putlara yemin edenler onları yüceltmiş, büyük tanımış ve kutsamış olmaktadırlar. Bu tavrın en büyük şirk ve küfür olduğunda hiç tereddüt yoktur.

- 3 numaralı hadis-i şerifin açıklaması: Hadisimizde emanet sözüyle, ALLAH'ın kulları üzerine yazdığı farzlar kastedilmiştir. Namaz, oruç, zekât, hac ve benzeri farzlar birer emanettir. Bunlar, ALLAH'ın isim ve sıfatlarından olmayıp, sadece mü'minlerin yerine getirmeleri gerekli emirlerdir; dolayısıyla bunlar üzerine yemin edilmesi câiz değildir. Şayet edilirse, bu yemin sayılmaz ve kefâret gerekmez. Ancak Ebû Hanîfe, bir insanın farzlar üzerine değil de "Emânetullah'a yemin ederim" demesinin yemin sayılacağını ve kefâret gerekeceğini söyler. Çünkü eminlik ALLAH'ın sıfatlarından biridir. Ona göre, "ALLAH'ın kudretine yemin ederim" veya "ilmine yemin ederim" demekle bunun arasında bir fark yoktur. İmâm Muhammed'in açıklamasına göre, Ebû Hanîfe insanların emanete yemin ettiklerini görmekteydi; durumun kendisine sorulması üzerine bunun bir yemin olduğuna hükmetmiştir. Çünkü Ebû Hanîfe'ye göre emanete yemin etmek "Vallâhi'l-Emîn" demek gibidir; bu ise "Vallahi'l-Azîm" veya benzeri bir yemin lafzından farksızdır. Fakat ulemânın büyük çoğunluğu "ALLAH'ın emanetine yemin ederim" demenin yemin sayılmayacağı ve kefâret de gerekmeyeceği kanaatindedirler. İbni Melek'in belirttiğine göre, Peygamber Efendimiz'in emanete yemin edilmesini yasaklaması, bunun ALLAH'ın isim ve sıfatlarından olmaması sebebiyledir. Görüldüğü gibi ulemânın emanetten anladığı anlamlar farklılık arzetmekte, hüküm de bu anlayış farklılıklarına göre değişiklik göstermektedir. "Böyle yemin eden bizden değildir" denilmesi, bizim yolumuzun ehli veya sünnetimize uyanlardan değildir anlamındadır.

- 4 numaralı hadis-i şerifin açıklaması: ALLAHtan başkası adına yemin edenin kâfir veya müşrik olması sözüyle, onun gerçekten küfre veya şirke düştüğü kastedilmemektedir. Bu tehdit ifadesiyle, yasaklanan o davranışın çok ağır bir suç teşkil ettiği ve mutlaka sakınılması gerektiği anlatılmaktadır. Tıpkı riyânın şirk olduğunu ifade eden hadiste olduğu gibi. Çünkü bir insanı küfre ya da şirke düşüren şeylerin neler olduğu Kur'an'ın açık ifadeleriyle belirlenmiştir. Başlangıçtan beri izah etmeye çalıştığımız üzere, ALLAH'tan başkası adına yemin etmek, kişiyi günahkâr kılar; fakat işlenilen her günah insanı dinden çıkarmaz.
ALLAH adına yemin etmesi ve sadece O'nu tâzim edip yüceltmesi gereken kimse, ALLAH'tan başkası adına yemin etmekle yeminine başka birini veya bir nesneyi ortak kılmış olur. Bu yüzden insanın babasını, anasını, Kâbe'yi veya herhangi bir kişiyi veyaeşyayı yüceltmesi ve bunlar üzerine yemin etmesi yasaklanmış ve böyle sözler yeminsayılmamıştır. Sadece Kur'an üzerine yemin edilmesi insanlar arasında yaygınlık kazanmış olduğu için Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed tarafından sahih bir yemin kabul edilmiş ve kefâret gerektiğine hükmolunmuştur.

- 5 numaralı hadis-i şerifin açıklaması: Halkımız arasında bir kısım câhil insanların şu işi yaparsam veya şöyle yapmazsam "dinden çıkmış olayım", "dinsiz imansız olayım", "dinimi reddetmiş olayım", "dinden dönmüş olayım" veya "kâfir olayım" gibi sözlerle yemin ettiklerine şahit oluruz. Bu çeşit sözler sarfetmek, bunlarla yemin etmek çirkin ve uygun olmayan bir davranış kabul edilir. Bazı âlimlerimiz bu nevi sözleri birer yemin kabul ederek kefâret gerektiğini söylemişlerse de, ulemânın çoğunluğu yemin olarak değerlendirmemiş, ancak böyle sözler söyleyenlerin günahkâr olduklarını, kendilerine tövbe ve istiğfar gerektiğini söylemişlerdir. Bir insan böyle sözler söylerken kâfirliği göze alırsa ve maksadı bu ise, gerçekten kâfir olur. Eğer maksadı ve gayesi bu değil de uygun tarzda bir yeminden kaçınmak ise o takdirde çok kötü bir iş yapmış ve ağır bir söz söylemiş olur ki, tövbe ve istiğfar etmesi gerekir. Yeminlerde niyetlere değil lafza bakanlara göre, böyle sözler söyleyenlerin durumu daha da büyük tehlike arzetmektedir. Peygamberimiz'in bu hadisi, böyle sözler sarfeden ve benzeri sözlerle yemin edenlere bir tehdit ve uyarı niteliği taşır. Bu çeşit sözler söyleyen bir kişinin niyeti dinden çıkmak ve kâfirliği benimsemek olmasa bile, bu sözleri sarfettiği için büyük hata işlemiş olur. Böyle bir günahkâr da kâmil mü'min olma özelliğini kaybetmiş demektir. İnancından bir şey kaybetmeden İslâm'a dönemez denilmekle kastedilen mâna da budur.

Namaz sonrası yapılan tesbihlerin fazileti


Mekke'den Medine'ye hicret eden müslümanların fakirleri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek şöyle dediler:
– Varlıklı müslümanlar cennetin en yüksek derecelerini ve ebedî nimetleri alıp götürdüler. Bizim kıldığımız namazları onlar da kılıyorlar. Tuttuğumuz oruçları onlar da tutuyorlar. Fazla malları olduğu için hac ve umre yapıyorlar, cihad ediyorlar ve sadaka veriyorlar, biz veremiyoruz.
Bunun üzerine Resûl–i Ekrem onlara:
– "Sizden önde gidenlere yetişebileceğiniz, sizden sonra gelenleri geçebileceğiniz, sizin yaptığınızı yapanlar dışında herkesten üstün olacağınız bir şeyi haber vereyim mi?" diye sordu.
– Evet, söyle yâ Resûlallah! dediler.
Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– "Her namazın ardından otuz üçer defa ALLAH’ı tesbih eder, O’na hamdeder ve tekbir getirirsiniz.”
Hadisi Ebû Hüreyre’den rivayet eden Ebû Sâlih’in söylediğine göre, sahâbîler bu zikirleri nasıl okuyacaklarını sorunca Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:
“Her birinden otuz üçer defa olmak üzere sübhânallah, elhamdülillah, Allâhü ekber, dersiniz."

Diğer bazı rivayetlerde ise hadis-i şerifin devamında "yüze tamamlamak için de lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l–mülkü ve lehü’l–hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr" derse, günahları deniz köpüğü kadar çok olsa bile affedilir.” ifadesi yer almaktadır.

Hadis-i Şerif [Buhârî, Ezân 155; Daavât 18; Müslim, Mesâcid 142. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 24.]
Rivayet Eden: Ebû Hüreyre radıyallahu anh

Erkeklerin küpe takması caiz midir?


Hatırlatmak isteriz ki: “Amacımız korkutmak değil, sevdirmektir; uzaklaştırmak değil, yakınlaştırmaktır; zorlaştırmak değil, kolaylaştırmaktır.” Ancak bizlerin sevdirme, yakınlaştırma ve kolaylaştırma niyeti, bir hakikati gizlemeye ve saklamaya sebep olmamalıdır. Yoksa ALLAH katında mesul oluruz ve “bildiklerini saklayanlar” zümresine dâhil oluruz ki, bizler bu zümreye dâhil olmaktan ALLAH’a sığınırız.

Bu konuda Din İşleri Yüksek Kurulu'nun fetvası şöyledir:

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem döneminden itibaren bu güne dek kadınlar süslenmek amacıyla küpe kullanmışlardır. Hadis-i Şerif [Buhârî, Libas, 59]. 

Bu itibarla da kulak deldirip küpe takmak, Müslümanların genel örfünde kadınlara ait bir süslenme tarzı olarak kabul görmüştür. Müslüman erkeklerin ise kadınlara has süs eşyalarını kullanmaktan uzak durmaları gerekir. Zira Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: 

“Kadınlara benzemeye çalışan erkekler ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlar ALLAH’ın rahmetinden uzak olsun” Hadis-i Şerif [Buhârî, Libas, 61-62] buyurmuştur.

Bu ve benzeri uyarılar sebebi ile İslam âlimleri, erkeklerin küpe vb. kadınlara özgü takıları takmalarını harama yakın mekruh saymışlardır (İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, VI, 336-337, 388; Nahlavî, ed-Dureru’l-Mubaha fi’l-hazrı ve’l-İbâha, 29). 

Güldürmek için yalan söyleyenler



Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söyler, yazık, yazık ona!”

Kaynak: (Tirmizî, Zühd, 10, IV, 557)
Ravi: Behz b. Hâkim, babası vasıtasıyla dedesi (r.anhüm)’den

Açıklama: Dili yalandan korumaya verdiği önem, onu düşük vaziyetlere getirenleri sert bir üslupla uyarmasına neden olmuştur. Allah Rasûlü (asv)’ne göre yalan nifak alametidir. (Müsned, 3/447; Ebû Dâvud, Edeb, 80) Bir müminde çeşitli kötü huyların bulunması muhtemeldir, fakat yalanı bir müminde düşünmek imkânsızdır. Bu konuda Hz. Peygamber (asv)’den şöyle bir rivayet gelmiştir: 

Safvan bin Süleym’den gelen bir rivayette Allah Rasûlü (asv) şöyle buyurmuştur:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Mümin korkak olur mu?” “Evet olabilir” buyurdu. Şöyle denildi: “Peki mümin cimri olur mu?” “Evet olabilir” buyurdu. “Mümin yalancı olabilir mi?” sorusuna ise “Hayır, asla” cevabını verdi. (Mâlik b. Enes, Muvatta’, Kelam, 7, 19)

Elbette, korkaklık ve cimrilik gibi özellikler de hoş karşılanan, kabul gören özellikler değildir, fakat yalancılığın bunlara nispeten daha çirkin bir huy olduğu anlatılmış olmaktadır.

Cuma günü yıkanmanın fazileti


Hadisler beden temizliğinin en az haftada bir gün tekrarlanmasını, bu iş için de cuma gününün tercih edilmesini tavsiye etmektedir.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in yıkanmakla ilgili hadislerine baktığımız zaman şunlarla karşılaşırız:

1) “ALLAH rızası için her Müslümanın haftada bir gün başını ve bedenini yıkaması bir haktır, bir vazifedir.”
2) “Her Müslümanın haftada bir gün yıkanması gerekir. O gün de cuma günüdür.”
3) “Cuma günü abdest alan mü’min ne güzel bir iş yapmış olur, fakat o gün gusletmek daha faziletli ve sevaplıdır.”

İzah: Bu hadislerden hareket eden bazı ulemâ cuma günü yıkanmayı vacip, bazıları da sünnet-i müekkede olarak görürlerse de, bu mendup bir ibadettir. Bu yıkanma, farz olan yıkanmanın dışındadır. Bir insana ne zaman gusül icap etse, vakit geçirmeden hemen yıkanması zaten farzdır. Bunun için bir zaman ve gün yoktur. Hafta içinde cuma günü yıkanmanın pekçok hikmet ve sevabı vardır. Fakat bu hadisler haftanın sair günlerinde yıkanmanın mekruhluğunu göstermez. Fakat haftayı geçirmemek gerekir. Çünkü bu bedenin sıhhati ve rahatı için mühim faydaları içinde bulundurmaktadır. Bu yüzden akıllı bir Müslüman haftada en az bir kere yıkanmalı ve o günüde Cuma gününe denk getirmelidir. Bütün hadislerden Cuma günü boy abdesti alarak cumaya gitmenin ve böylece huzurlu bir havada namaz kılmanın insana büyük sevap kazandıracağı ortaya çıkmaktadır.

Kaynaklar:
1) Ebû Hüreyre radıyallahu anh'dan rivayetle - Buharî, el-Cumua, 12
2) Câbir bin Abdullah radıyallahu anh'dan rivayetle - Nesaî, el-Cumua, 8; Kenzu’l-ummal, h. no: 21277, 21236
3) Semüre radıyallahu anh'dan rivayetle - Ebu Davud, Taharet 130, (354); Tirmizi, Salat 357, (497); Nesai, Cuma 9

En faziletli zikir




Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Zikrin en faziletlisi lâ ilâhe illallah’tır.”

Kaynak: Tirmizî, Daavât 9. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 55.
Rivayet: Câbir radıyallahu anh

Açıklama: Kelime-i tevhîd dediğimiz ve ALLAH’tan başka ilâh yoktur anlamındaki lâ ilâhe illallah sözü imanın esasıdır. Kelime-i tevhîde inanmadan mü’min olunmaz. Kelime-i tevhîdi söyleyen kimse, kâinatta sadece ALLAH’ın var olduğuna, O’ndan başka ibadete lâyık bir varlık bulunmadığına inandığını ifade etmekte, aynı zamanda kendisinin sadece O’nun önünde secdeye kapandığını dile getirmektedir. Peygamberler insanlara kelime-i tevhîdi öğretmek için gönderilmişler ve bu uğurda ölümü göze almışlardır. Şehitler kelime-i tevhîd uğrunda canlarını fedâ etmişlerdir. Lâ ilâhe illallah zikri işte bu ve benzeri sebeplerle önemlidir. Bazı âlimler kelime-i tevhîdin insanın içindeki kötü vasıfları ve zaafları yok etme özelliğine sahip olduğunu, onun bu sebeple en faziletli zikir sayıldığını söylemişlerdir.

Çocuğa öğretilecek ilk kelime


Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

 “Çocuklara ilk öğrettiğiniz kelime ‘Lâilâhe illallah’ (ALLAH’tan başka ilah yoktur) olsun.”

 (Abdurrezzak, Musannaf, Beyrut, 1970, 4, 334;TDV İslam Ansiklopedisi, c: 8, s: 358, İbn Mahled, s: 142; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 158.)

Yetimin başını okşamanın bile büyük mükafatı vardır


Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse sırf ALLAH rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır”

Kaynak: Ahmed İbn Hanbel, Müsned, V, 250

Açıklama: Açıklama: Her saç teline karşılık bir sevap, ne büyük mükafattır... Şu halde yüreğinden kopup gelen derin bir şefkat duygusuyla bir yetimi kucaklayıp bağrına basan, yanaklarına öpücükler konduran, ona yalnızlığını ve yetimliğini unutturmaya çalışan bir kimse, ilahî rahmet sağanağı altında yıkanmış ve günahlarından arınmış olmaktadır. Bir yetim gülüyorsa, başına şefkat eli değdiği içindir. Bir yetim gülüyorsa, bütün bir toplum gülüyor demektir

Ölüm Haberi Duyunca Yapılacak Dua



Okunuşu: “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn. Allâhümmel-hıkhu bis-sâlihîn, Vahluf ‘alâ zürriyyetihî fil-ğâbirîne Vağfir lenâ ve lehû yevme’d-dîn. Allâhümme lâ tahrimnâ ecrahû Ve lâ teftinnâ ba’dehû.”

Anlamı: “Biz ALLAH’a aidiz ve tekrar O’na döneceğiz. ALLAH’ım! Onu sâlihlere ilhak et ve neslinin yerine ona yardımcı ol, onu ve bizi dîn gününde bağışla! ALLAH’ım! Onun ecrinden bizi mahrum etme, onun arkasından bizi fitneye dûçar etme!” 

Kaynak: Nevevî, el-Ezkar, 132
Diyanet İşleri Başkanlığı

Not: Dua'nın doğru okunuşunu arapça bilen çevrenizdeki hafızlardan veya hocalardan öğrenmenizde fayda vardır.

Karınca duası diye bir dua var mıdır?


Bu duanın Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet edilen bir hadis olarak anlaşılması ve kazanç temin etmek maksadı ile kullanılması dinen caiz değildir.

Halk arasında Hz. Süleyman aleyhisselâm'ın döneminde yaşanan bir kuraklık sırasında bir karıncanın yağmur yağması amacıyla yaptığı dua olarak inanılan ve bu sebeple “karınca duası” denen dua, güvenilir hadis kaynaklarında yer almamaktadır. 

Halk arasında yaygın olan bu duanın içeriği, esmâ-i hüsnadan bazılarının sıralanması, ALLAH Teâlâ’ya yönelik bazı hitaplar ve bereket talebinden ibarettir. İçeriğinde dine aykırı bir yön bulunmayan söz konusu duayı okumakta sakınca bulunmadığı söylenebilir. 

(Diyanet İşleri Başkanlığı) 

Kabul Olmayan Dualar


Hangi dualar kabul olmaz?

Usul ve adabına riayet ederek mü’minlerin yaptıkları dualar kabul olur. Mü’min olmayan insanların yaptığı ile usul ve adabına uymadan yapılan dualar kabul olmaz. Kabul olmayan duaları şöyle sıralayabiliriz.

1. Kâfirlerin Duası Kabul olmaz
İmansız insanların duaları kabul olmaz, çünkü dua bir ibadettir, ibadetlerin kabul olması için iman şarttır. (Mâide, 5/5; Beyyine, 98/5) İman olmadan yapılan ibadetler boşa gider, dolayısıyla dualar da boşa gider, kabul olmaz. Bu husus Kur’ân’da şöyle ifade edilmektedir: “Kâfirlerin duası daima boşa çıkar.” (Râ’d, 13/14; Mü’min, 40/50)

2. Gafletle Yapılan Dualar Kabul olmaz
Kabul olması için duanın şuurlu olarak yapılması gerekir. Çünkü dua bir ibadettir, ibadetler ancak bilinçli olarak ve samimiyetle yapılırsa kabul olur. Şuursuzca ve gafletle yapılan dualar boşa gider. Şu hadis, gaflet ile yapılan duaların kabul olmayacağını beyan etmektedir: “Biliniz ki, ALLAH gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez.” (Tirmîzî, De’avât, 66; bk. Hâkim, De’avât, No: 1817, I, 493)

3. ALLAH’a İsyan Hâlinde Yapılan Dualar Kabul olmaz
ALLAH’a isyan hâlinde yapılan dualar kabul olmaz. Meselâ içki içerken, kumar oynarken, gıybet ederken, hırsızlık yaparken, yalan söylerken yapılan dualar kabul olmaz. Aynı şekilde haram gıdalarla beslenen insanın duası da kabul olmaz. Haram gıdalar; insanın inancına, ameline ve ahlâkına olumsuz etki yapar, çünkü haram gıdalar ile beslenen insan, ALLAH’a isyan hâlindedir. Hem ALLAH’a isyan edeceksiniz, hem de ALLAH’tan bir istekte bulunacaksınız. Bu, tezat bir durumdur. Şu hadis, bu gerçeği ifade etmektedir: “Üstü başı dağınık, toz toprak içinde yollara düşen, ellerini göğe açıp ‘Ya Rabbi! Ya Rabbi!’ diye yalvaran, buna karşılık; yediği, içtiği ve giydiği haram olan, haramla beslenen bir insanın duası nasıl kabul edilir?” (Müslim, Zekât, 65)

4. Kâfirler İçin Yapılan Dualar Kabul olmaz
Nuh Peygambere kavmi ile birlikte eşi ve bir oğlu da iman etmemişti. Meydana gelen tufanda babasının çağrısına aldırmayan oğlu, gemiye binmemiş, bir dağa sığınır kurtulurum demişti (Hûd, 11/42–43). Buna rağmen Nuh (a.s.), iman etmeyen oğlunun kurtulması için ALLAH’a şöyle yalvarmıştı: 
“Nûh, Rabbine seslendi: ‘Rabbim, dedi, oğlum benim âilemdendir. Senin va’din/sözün elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin!” (Hûd, 11/45)
Bunun üzerine Yüce ALLAH, Nuh Peygambere şöyle seslendi: “Ey Nûh, dedi, o senin âilenden değildir. Çünkü o sâlih olmayan bir amelin sahibidir. Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim!” (Hûd, 11/46). Nuh (a.s.), bu ikaz üzerine şöyle dua etti: “Nuh; ‘Ey Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana 
merhamet etmezsen, ben hüsrana uğrayanlardan olurum’ diye niyazda bulundu” (Hûd, 11/47) Yüce ALLAH, şu ayette Peygamberin münafıklar için yaptığı af dilemeyi kabul etmeyeceğini bildirmektedir: “Onlar (münafıklar) için ister af dile, ister dileme, onlar için yetmiş defa af dilesen, yine ALLAH onları affetmez. Böyledir, çünkü onlar, ALLAH’ı ve elçisini tanımadılar/inkâr ettiler; ALLAH, yoldan çıkan kavmi doğru yola iletmez.” (Tevbe, 9/80)

5. Riya Karışan Dualar Kabul olmaz
Duanın riya ve gösterişten uzak olması, ihlâs ile yapılması gerekir. İbadetlerin kabul olması için ihlâs ile yapılması gerekir. Yüce ALLAH, ibadetlerin ihlâs ile yapılmasını emretmektedir. (A’râf, 7/29; Beyyine, 98/5) İhlâs, ibadetlerin kabul olma şartıdır. 

6. Şirk Karışan Dualar Kabul olmaz 
İbadetlerin yalnız ALLAH’a yapılması gerekir. Yüce ALLAH, pek çok ayette duanın, sadece kendisine yapılmasını, kendisi ile birlikte başka ilâhlara dua, ibadet edilmemesini istemektedir. Şu ayetleri örnek olarak zikredebiliriz: “ALLAH’la beraber başka ilâha dua / ibadet etme. O’ndan başka ilâh yoktur. O’ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve siz O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28/88) “Mescitler, ALLAH’a mahsustur. ALLAH ile beraber hiç kimseye yalvarmayın.” (Cin, 72/18) “(Ey Peygamberim!) De ki: Ben ancak Rabbime yalvarırım ve hiç kimseyi O’na ortak koşmam.” (Cin, 73/20; bk. Mü’minûn, 23/117). Birinci ayette, başka ilâhlara, ikinci ayette herhangi bir kimseye dua edilmemesi, üçüncü ayette sadece ALLAH’a dua edilmesi ve O’na hiçbir şeyin ortak koşulmaması emredilmektedir.

7. Günah Bir Fiili İşlemek ve Bir Farzı Terk Etmek İçin Yapılan Dua Kabul olmaz
Haksız yere yapılan dualar kabul olmayacağı gibi bir günahı işleme veya bir farzı terk etme konusunda yapılan dualar da kabul olmaz. Şu hadis bu hususu açıkça ifade etmektedir: “Zulüm olan bir fiili işlemek veya akrabalık bağlarını koparmak için veya dua ettim de kabul edilmedi demediği sürece müslümanın duası kabul olur.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, 132, No: 2811)

* DUA-KADER İLİŞKİSİ
Kâinatta ortaya çıkan her olayın mutlaka bir sebebi vardır. İnsanın fiilleri de aynı şekilde bir sebep-sonuç ilişkisi içinde cereyan eder. Ancak, sebebi ve o sebebe bağlı olarak ortaya çıkan sonucu yaratan ALLAH’tır. Dua ile insan, iradî konularda kaderine etki eder. Dolayısıyla dua takdirin bir parçasıdır. Ezelde duaya bağlı olarak takdir edilmiş şeyler

Diyanet İşleri Başkanlığı

Zikir insanı yüceltir


Efendimizin sohbeti devam ediyor:
ALLAH'ı çok anan erkeklerle kadınlar öne geçerler. (1)
Onların dillerindeki zikir, sırtlarındaki günah yükünü indirir; böylece kıyamet gününde ALLAH'ın huzuruna hafiflemiş olarak gelirler. (2)
Cenâb-ı Hakk'ın en sevdiği şey, kulunun ALLAH'ı anarak ölmesidir. (3)
Birgün bir bedevi Resûl-i Ekrem (sav)'in huzuruna geldi.
"Ey ALLAH'ın Elçisi" dedi. İslâmiyetin emirleri pek çoğaldı. Bana hiç ihmal etmeden yapacağım az ve öz birşey öğret"
Peygamber Efendimiz ona:
- Dilin hep ALLAH'ı zikretsin buyurdu. (4)

Kaynaklar:
1- Müslim, Zikr 4, Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 323
2- Tirmizi, Daavât 128
3- İbn Ebû Âsım, el-Âhad ve'l-mesâni (Cevabire), III, 51; İbn Hâbban, es-Sahih (Arnaüt), III, 140; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), I, 673.
4- Tirmizi, Daavat 4; İbni Mace, Edeb 53

Peygamberimin Sevdiği Müslüman
Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir

Namazda şeytan vesvesesinden kurtulma


Şeytan sana çirkin manzaraları hayal mı ettiriyor? O zaman bu yazımızı oku..

Manalar kalpten çıktıkları zaman, suretlerden ve şekillerden çıplak olarak hayale girer ve oradan suretleri giyerler. Demek insana gelen manaların suret giydiği yer kalp değil, hayaldir. Hayal ise, her vakit bir sebep altında suretleri dokur. Ve manalara bir elbise diker. Bununla birlikte önem ve ehemmiyet verdiği şeylerin suretlerini yol üzerinde bırakır. Hangi mana kalpten çıplak olarak çıkıp, hayale gidecek olsa, yol üzerinde bırakılan o suretleri giyer yada hayal ona ya giydirir, ya takar, ya bulaştırır, yada perde eder. Eğer manalar temiz ve münezzeh, yol üzerindeki suretler pis ve rezil ise, giymek yoktur, sadece temas vardır. Ancak vesveseli adam bu teması, giymek ile karıştırır. “Eyvah kalbim ne kadar bozulmuş, bu sefillik, bu alçaklık beni Allahın huzurundan kovdurur” der.…Şeytan onun bu damarından çok istifade eder.
Bu vesveseden kurtulma çaresi

Bu yaranın merhemi şudur: Nasıl ki senin namazının bir şartı olan zahiri temizliğine, karnındaki necaset zarar vermez. Öylede mukaddes manaların, çirkin suretlere yakınlığı da zarar etmez. Mesela siz, Kur’an’ın ayetlerini tefekkür ediyorsunuz, birden bir hastalık, yada bir iştah, yada şehvet gibi heyecan veren bir şey şiddetle sizin hissine dokunuyor. 
Elbette sizin hayaliniz, hastalığın devasını, iştah duyduğu şeyi yada şehvet ile ilgili görüntüleri dokuyacak ve onları görecek. O hallere uygun basit ve çirkin suretleri dokuyacaktır. Kalpten gelen, temiz ve ulvi manalar ise onların ortalarından geçecek. Geçeceklere ne zarar vardır, ne pis suretlerle temas vardır, ne de tehlike vardır. Ancak tehlike; zarar olduğunu zan etmek ve bu çirkin görüntülerden kurtulmaya çalışmaktır. 

Evet insan kalben ve fikren ilahi hakikatlere bakıp düşündüğü zaman, bilhassa namaz ve ibadet esnasında gerek şeytan tarafından, gerek nefsi tarafından pek fena, pis ve çirkin vesveseler, hatıralar sinekler gibi kalbe ve akla hücum ederler. Bu gibi çirkin şeylerin defiyle uğraşan adam, o vesveselere mağlup olur. Ancak onları mağlup edip, kaçırmak çaresi; müdafayı terk edip onlar ile uğraşmamaktır. Evet arılar ile uğraşıldıkça, onlar hücumlarını artırırlar. Onlara karışılmadığı taktirde, insanı terk eder, giderler. Yada pis bir odanın deliklerinden, semanın güneş ve yıldızlarına, cennetin gül ve çiçeklerine bakılırsa, o deliklerdeki pislik, ne bakana, ve nede bakılana bulaşmaz. Aynen bunun gibi, ilahi hakikatlere, hayal odasının deliklerinden bakıldığında, hayal deliklerinde ki kirlilik ve pislik, ne bakana, nede bakılana bulaşmaz ve zarar vermez.

O halde şunları öğrendik: 

1- Manalar kalpten çıplak olarak çıkmaktadır. Resimler kalpte değil, hayalde dokunmaktadır. 

2-Hayal dokuduğu resimlerden bazılarını, bir sebep tahtında yol üzerinde bırakır. Buna mani olmak mümkün değildir. Ve insan yol üzerindeki bu suretlerden dolayı da mesul değildir.

3- Mukaddes manalar, suret giymek için hayale giderken, yol üzerindeki resmin yanından yada ortasından geçer. Çıplak olan mana ile yol üzerindeki resmin kendisi aynı anda insanın fikir aynasında yansır. Bu suret mukaddes manaya ait olmadığından zarar söz konusu değildir. Ancak bu sırrı bilmeyenler, nefislerini levm ederek zarar gördüklerini zannederler.

4- Kişi zarar gördüğünü zannettiğinde artık zarara düşmüştür. Zaten şeytanın da istediği budur. Zira artık onu ümitsizliğe düşürmüş, Allahın huzurundan durma ve mukaddes manaları tefekkür etme kapısını ona kapatmıştır.

Not: Bu yazı Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri'nin eserlerinden faydalanılarak oluşturulmustur
Kaynak: http://www.seyrangah.tv/video:263_cirkin-manzaralari-hayal-ettirme.html

Kalp kirlenmesi


Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kul bir günah işlediğinde, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahından tevbe edip uzaklaşırsa kalbi saydamlaşır. Eğer tevbe etmeyip günah işlemeye devam ederse, o siyah nokta artar ve kalbi istila eder. İşte Yüce ALLAH’ın Kuran’da zikrettiği kalp kirlenmesi, budur”


Ravi: Ebû Hüreyre radıyallahu anh

Kaynak: (İbn Mace, Zühd, Bab: 29)
Hatırlatma: Kamil bir mümine düşen asıl görev iman ettikten sonra bir daha küfür ve günaha bulaşmamaktır. Çünkü günahlar, kalbi kirletir, kirlenen kalp de sahibinin doğru, güzel, faydalı ve yararlı şeyler yapmasına engel olur. Günahlar, nefsin, şehevi arzuların ve şeytanın kötü arzu ve tuzaklarına kapılması neticesinde işlenir. Onun için de çok dikkatli olunmalı ve göz, kulak, el, ayak ve mide gibi bizi günaha sevkedebilecek azalarımıza sahip çıkmalıyız. İbadet, ihlas ve ihsanlarımızla kalplerimizi saf tutmaya devam etmeliyiz.

Günde 100 defa sübhânallâhi ve bi-hamdihî demek


Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bir kimse günde yüz defa sübhânallâhi ve bi-hamdihî derse, onun günahları deniz köpüğü kadar bile olsa hepsi bağışlanır."

Açıklama: Bu zikrin anlamı Her türlü noksanlıktan münezzeh olan ve kemal sahibi olan ALLAH'a hamd ederim demektir. Hadisimizdeki “Günahları deniz köpüğü kadar bile olsa hepsi bağışlanır” ifadesini, bu konudaki genel kaideye göre değerlendirmek ve bağışlanan bu hataların küçük günahlar olduğunu bilmek gerekir. Zira yapılan büyük günahlar Allah Teâlâ'yı ilgilendiriyorsa, o günahı işleyen kimsenin Mevlâ'sından af dileyip günahına tövbe etmesi gerekir; şayet günahı kul hakkını ilgilendiriyorsa, kendisine haksızlık ettiği kimseyi bulup onunla helâlleşmesi, ödemesi gereken bir şey varsa ödeyip kendini bağışlatması şarttır. Küçük günahlar, insanın ALLAH'a karşı sorumlu olup da yapmadığı görevler yüzünden kazanılır. "Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere koyarız" [Nisâ sûresi (4), 31] âyetinden de öğrendiğimize göre, küçük günahların bağışlanması, büyük günahlardan sakınma şartına bağlıdır.

Ravi: Ebû Hüreyre radıyallahu anh
Kaynak: Buhârî, Bed’ü’l–halk 11; Daavât 64, 65; Müslim, Zikir 28. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 59, 62; İbni Mâce, Duâ 14.
Riyazü's Salihin - İmam Nevevi
Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Yrd. Doç. Dr. Raşit Küçük

Cuma günü salavat getirmenin fazileti




Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

1) "Cuma gecesi ve Cuma günü bana çokça salatü selam getiriniz. Zira Cuma geceleri ve Cuma günleri, getirdiğiniz salatü selamları bana iletirler. Bunun sebebi şudur: Toprak, peygamberlerin bedenlerini yiyip çürütmez. Bir Müslüman bana salatü selam getirince, mutlaka bir melek onu alıp bana getirir ve falan oğlu falan sana şöyle şöyle salatü selam etti diye adıyla sanıyla birlikte haber verir" 


2) “Bir kimse bana salâtü selâm getirdiği zaman, onun selâmını almam için ALLAH Teâlâ ruhumu iade eder.”


3) “Kıyâmet gününde insanların bana en yakın olanları, bana en çok salât ü selâm getirenleridir.”


4) “Kim bana bir defa salâtü selâm getirirse, bu sebeple ALLAH Teâlâ da ona on misli merhamet eder.”


Kaynaklar:
——————————————
1. Taberâni, el-Mu'cemü'l-evsat (İvezullah), I, 83, nr. 243; Heysemi, Mecma'u'z-zevâid, II, 169
2. Ebû Dâvûd, Menâsik 96. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 527.
3. Tirmizî, Vitir 21.
4. Müslim, Salât 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 26; Tirmizî, Vitir 21; Nesâî, Ezân 37, Sehv, 55.