29 Aralık 2013 Pazar

Komşusuna vereceğini küçük görüp vermemezlik etmesin

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ey müslüman hanımlar! Hiç bir komşu hanım, bir koyun paçası bile olsa, komşusuna vereceğini küçük görüp vermemezlik etmesin.”

Açıklama: Hadisteki uyarı, hediye veren komşu kadına yöneliktir. Nitekim bu hadis Sahîh-i Müslim’de “Az bir şey de olsa sadaka vermeyi teşvik, azımsayarak küçük bi
r şeyi vermekten geri durmamak” başlığı altında yer almıştır. Müslim’in Sahîh’indeki bab başlıklarını da Nevevî koymuştur. Bu iki hususu dikkate alarak biz hadisi, Nevevî’nin anladığı şekilde tercüme ettik. Ayrıca Buhârî de hadisi Hibe Bölümü’nün ilk hadisi olarak değerlendirmiştir. Şuna da işaret edelim ki, hadisteki uyarının, kendisine bir şey hediye edilen komşu kadına yönelik olması da muhtemeldir. Buna göre mâna, “Hiçbir komşu kadın, bir koyun paçası bile olsa komşusunun hediye ettiği şeyi küçümsemesin”demek olur. Nitekim hadis böyle de tercüme edilmiştir. Biz yaptığımız tercümenin, hayır yollarının çokluğu konusuyla olan alâkası noktasından daha isâbetli olduğu kanaatindeyiz. Hem hediyede ölçü, verilenin ihtiyacı ya da arzusu değil, verenin imkân ve cömertliğidir. Halkımız,“Az veren candan, çok veren maldan” diyerek bu noktaya işaret etmektedir.“Dostum beni ansın da isterse soğan kabuğu ile ansın” sözü de hadisimizdeki ölçünün kültürümüze yansımasından başka bir şey değildir.

- Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Hiçbir iyilik küçük görülmemelidir. Azımsandığı için ihmal edilecek iyilik ve hayırlar sonuçta büyük kayıplara vesile olur.
2. Çok küçük ve basit şeylerle de iyilik ve hayır işlemek mümkündür.
3. Komşular arasındaki ikramlar başlı başına birer iyiliktir.
4. İyiliği küçük görme daha çok hanımlarda görülen bir kusurdur. Onları bu konuda eğitmek gerekmektedir.

(Riyazü's Salihin - İmam Nevevi Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Yrd. Doç. Dr. Raşit Küçük)

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Bedene kolay ve hafif gelen ibadet



Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

 “Bedene kolay ve hafif gelen ibadeti size bildireyim mi? Susmak ve güzel ahlâk sahibi olmaktır”

#‎hadis‬ (İbn-i Ebi’d-Dünya, Kitabu’s-Samt, No: 27) 

Dünya ve dünyalıklardan yüz çevir



Ebü’l–Abbâs Sehl İbni Sa’d es–Sâidî radıyallahu anh’in söylediğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve: –Yâ Resûlallah! Bana, yaptığım zaman hem ALLAH’ın hem de insanların beni seveceği bir iş söyle, dedi. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem: – “Dünya ve dünyalıklardan yüz çevir, ALLAH seni sevsin; halkın elinde olandan yüz çevir, insanlar seni sevsin” buyurdu

 Açıklama:
Bir mü’min için bu dünyada en çok arzu edilen şey, önce ALLAH sonra da insanlar tarafından sevilen bir kul olabilmektir. İnsandaki sevilme duygusu, sevme duygusundan daha önde gelir. Kişinin ALLAH ve insanlar tarafından sevilen bir kimse olması kendi elindedir. Sahâbeden birinin Peygamber Efendimiz’e bu hususu sorması üzerine, ALLAH Resûlü kısa fakat kapsamlı bir cevapla bunun yolunu göstermiştir. Ancak Peygamberimiz’in burada verdiği cevabın, bu sevginin yegâne şartı olduğunu söylemek doğru değildir. Çünkü Peygamber Efendimiz’in, herhangi bir konuda sorulan böyle sorulara muhataba göre değişen farklı cevaplar verdiği bilinmektedir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli âyetleri ile, Peygamberimiz’in pek çok hadislerinde ALLAH’ın kulunu sevmesinin belli başlı şartları ve belirtilerinden bahsedilir. Bu hadiste işaret edilen, dünyadan, dünyalıklardan ve insanların ellerinde bulunanlardan yüz çevirmek onlardan sadece biri, fakat en önemli sayılanıdır. Dünya sevgisi, bütün kötülüklerin başıdır. Zühd ise, dünyada nefsin hoşuna gidecek birtakım işleri yapmaya gücü yetmesine rağmen, âhireti düşünerek, ALLAH’ın azâbından korkup cennetini umarak, Cenab-ı Hak dışındaki her şeyden gönlü arındırmak nefsin isteklerine gem vurmaktır. Bu niteliklere sahip bir kimseyi ALLAH sever. Çünkü böyle bir kimse, ALLAH’ın rızâsından başka bir şey düşünmez. Açlığını giderecek miktarda yiyecek, bedenini örtecek kadar giyecek, kendisini soğuktan ve sıcaktan koruyacak meskenle yetinen ve dünya hırsına kapılmayan insan, zühd hayatını tercih etmiş demektir. Görüldüğü gibi zâhidlik, dünyadan tamamen el etek çekmek, başkalarına muhtaç olup el açacak derecede fakir ve yoksul yaşamak anlamına gelmemektedir. Çünkü insan için elinin emeğiyle geçinmekten ve başkasına muhtaç olmamaktan daha üstün bir fazilet olmadığını bildiren de Peygamber Efendimiz’dir. Zâhidlik, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, insan ne kadar mal ve mülke sahip olursa olsun, bunlara gönül bağlamamak ve onların sevgisini ALLAH’ın sevgisinin üzerine çıkarmamak, gerektiğinde varlığını ALLAH yolunda sarfedebilmek anlamına gelmektedir. Yine zâhidlik, başkalarının elinde bulunan mala, mülke ve dünya varlıklarının hiçbirine göz dikmemek, bunlara sahip olanlara karşı kin, hased ve kıskançlık hisleri beslememek demektir. Böyle bir kimseyi ALLAH sevdiği gibi insanlara da sevdirir. Sonuç itibariyle, kişinin ALLAH ve insanlar tarafından sevilmesinin önemli şartlarından biri zühd ehli olmasıdır

 
(Riyazü's Salihin - İmam Nevevi Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Yrd. Doç. Dr. Raşit Küçük)

Kendinizi, çocuklarınıza, malınıza beddua etmeyin




Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kendinize beddua etmeyiniz; çocuklarınıza beddua etmeyiniz; mallarınıza da beddua etmeyiniz. Dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de ALLAH bedduanızı kabul ediverir.” 
Açıklama: Peygamber Efendimiz, hadisler arasındaki “Lânet Yasağı” bahsinde genişçe görüleceği üzere, olur olmaz şeye lânet edilmesini son derece sakıncalı bulmasına rağmen, yabancı filimlerin de tesiriyle “lânet etsin!” sözü halkımız arasında çok yayılmıştır. ALLAH’ın Resûlü lânet edilen bir eşyanın kullanılmasını, lânetlenen bir hayvana binilmesini yasaklamış, “lânet etsin!” sözünün, duaların kabul edildiği zamana denk gelerek gerçekleşebileceğini, üstelik lânetlenmiş varlıkların insana zarar vereceğini belirtmiştir. Câhil insanların, özellikle kadınların yaygın olarak kullandığı “ALLAH canımı alsın”, “ALLAH belâmı versin” şeklinde bedduaları vardır. Bu kimseler yakınlarına “Gözün kör olsun!” diye bağırmaktan çekinmezler. Böyle beddualar, Efendimiz’in işaret buyurduğu gibi tehlikeli sözlerdir. İnsan gerek şahsının gerek çocuklarının veya yakınlarının başına gelebilecek felâketlerden derin üzüntü duyar. Hele bu felâketler kendi temennisinden sonra meydana gelmişse, söylediğine bin pişman olur. Fakat pişmanlık başa gelen sıkıntıyı ortadan kaldırmaz. Onun için herkes öfkesine hâkim olmayı bilmelidir. Buvât Gazvesi’nde idi. Devesini çöktürüp ona bindikten sonra hayvanın yürümeyip durakladığını gören bir zât: - Deeh! ALLAH sana lânet etsin, dedi. Bu lafı duyan Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: - Kim o devesine lânet eden? diye sordu. Adam: - Ben, yâ Resûlallah! diye cevap verince: - İn o deveden! Lânetlenmiş bir hayvanla bize refâkat etme! buyurdu. Sonra da ashâb-ı kirâma kendilerine, çocuklarına, mallarına, Sünen-i Ebî Dâvûd’daki rivayete göre hizmetçilerine “ALLAH lânet etsin” veya “ALLAH canını alsın!” diye beddua etmemelerini tavsiye buyurdu. Buna gerekçe olarak da duaların veya bedduaların kabul edildiği bir zaman bulunduğunu, bu saate denk gelen dileklerin geri çevrilmeyip kabul edildiğini söyledi. Burada Resûl-i Ekrem Efendimiz’in bir hadîs-i şerîfte geçen bir uyarısını da hatırlatmış olalım. Cenâzenin ardından bağıra çağıra ağlayan kimselere ALLAH'ın Resûlü şöyle buyurmuştur: “Kendinize hayırdan başka bir şeyle dua etmeyiniz. Çünkü melekler dualarınıza âmin derler”.

 Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İnsan kendine, yakınlarına, hatta başkalarına veya hayvanlara ve diğer varlıklara beddua etmemelidir. 2. Böylesi mânasız temenniler, duaların kabul edildiği zamana denk düşerek gerçekleşebilir. 3. Müslümanlar ağızlarını güzel sözlere ve hayır dualara alıştırmalı, sakıncalı sözleri kesinlikle kullanmamalıdır.

 Câbir radıyallahu anh rivayet etmiştir (Riyazü's Salihin - İmam Nevevi Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Yrd. Doç. Dr. Raşit Küçük)

8 Ağustos 2013 Perşembe

Kabul olmayan dualar nelerdir?

Usul ve adabına riayet ederek mü’minlerin yaptıkları dualar kabul olur. Mü’min olmayan insanların yaptığı ile usul ve adabına uymadan yapılan dualar kabul olmaz. Kabul olmayan duaları şöyle sıralayabiliriz.

1. Kâfirlerin Duası Kabul olmaz
 İmansız insanların duaları kabul olmaz, çünkü dua bir ibadettir, ibadetlerin kabul olması için iman şarttır. (Mâide, 5/5; Beyyine, 98/5) İman olmadan yapılan ibadetler boşa gider, dolayısıyla dualar da boşa gider, kabul olmaz. Bu husus Kur’ân’da şöyle ifade edilmektedir:

“Kâfirlerin duası daima boşa çıkar.” (Râ’d, 13/14; Mü’min, 40/50)

2. Gafletle Yapılan Dualar Kabul olmaz
Kabul olması için duanın şuurlu olarak yapılması gerekir. Çünkü dua bir ibadettir, ibadetler ancak bilinçli olarak ve samimiyetle yapılırsa kabul olur. Şuursuzca ve gafletle yapılan dualar boşa gider. Şu hadis, gaflet ile yapılan duaların kabul olmayacağını beyan etmektedir:
“Biliniz ki, Allah gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez.” (Tirmîzî, De’avât, 66; bk. Hâkim, De’avât, No: 1817, I, 493)

3. Allah’a İsyan Hâlinde Yapılan Dualar Kabul olmaz
Allah’a isyan hâlinde yapılan dualar kabul olmaz. Meselâ içki içerken, kumar oynarken, gıybet ederken, hırsızlık yaparken, yalan söylerken yapılan dualar kabul olmaz. Aynı şekilde haram gıdalarla beslenen insanın duası da kabul olmaz. Haram gıdalar; insanın inancına, ameline ve ahlâkına olumsuz etki yapar, çünkü haram gıdalar ile beslenen insan, Allah’a isyan hâlindedir. Hem Allah’a isyan edeceksiniz, hem de Allah’tan bir istekte bulunacaksınız. Bu, tezat bir durumdur. Şu hadis, bu gerçeği ifade etmektedir:
“Üstü başı dağınık, toz toprak içinde yollara düşen, ellerini göğe açıp ‘Ya Rabbi! Ya Rabbi!’ diye yalvaran, buna karşılık; yediği, içtiği ve giydiği haram olan, haramla beslenen bir insanın duası nasıl kabul edilir?” (Müslim, Zekât, 65)

4. Kâfirler İçin Yapılan Dualar Kabul olmaz
Nuh Peygambere kavmi ile birlikte eşi ve bir oğlu da iman etmemişti. Meydana gelen tufanda babasının çağrı- sına aldırmayan oğlu, gemiye binmemiş, bir dağa sığınır kurtulurum demişti (Hûd, 11/42–43). Buna rağmen Nuh (a.s.), iman etmeyen oğlunun kurtulması için Allah’a şöyle yalvarmıştı:
“Nûh, Rabbine seslendi: ‘Rabbim, dedi, oğlum benim âilemdendir. Senin va’din/sözün elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin!” (Hûd, 11/45) Bunun üzerine yüce Allah, Nuh Peygambere şöyle seslendi:
“Ey Nûh, dedi, o senin âilenden değildir. Çünkü o sâlih olmayan bir amelin sahibidir. Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim!” (Hûd, 11/46) Nuh (a.s.), bu ikaz üzerine şöyle dua etti:
“Nuh; ‘Ey Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen, ben hüsrana uğrayanlardan olurum’ diye niyazda bulundu” (Hûd, 11/47) Yüce Allah, şu ayette Peygamberin münafıklar için yaptığı af dilemeyi kabul etmeyeceğini bildirmektedir:
“Onlar (münafıklar) için ister af dile, ister dileme, onlar için yetmiş defa af dilesen, yine Allâh onları affetmez. Böyledir, çünkü onlar, Allâh’ı ve elçisini tanımadılar/inkâr ettiler; Allah, yoldan çıkan kavmi doğru yola iletmez.” (Tevbe, 9/80)

5. Riya Karışan Dualar Kabul olmaz
Duanın riya ve gösterişten uzak olması, ihlâs ile yapılması gerekir. İbadetlerin kabul olması için ihlâs ile yapılması gerekir. Yüce Allah, ibadetlerin ihlâs ile yapılmasını emretmektedir. (A’râf, 7/29; Beyyine, 98/5) İhlâs, ibadetlerin kabul olma şartıdır.

6. Şirk Karışan Dualar Kabul olmaz
İbadetlerin yalnız Allah’a yapılması gerekir. Yüce Allah, pek çok ayette duanın, sadece kendisine yapılmasını, kendisi ile birlikte başka ilâhlara dua, ibadet edilmemesini istemektedir. Şu ayetleri örnek olarak zikredebiliriz:
“Allah’la beraber başka tanrıya dua / ibadet etme. O’ndan başka tanrı yoktur. O’ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve siz O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas Suresi, 28/88)
“Mescitler, Allah’a mahsustur. Allah ile beraber hiç kimseye yalvarmayın.” (Cin Suresi, 72/18)
“(Ey Peygamberim!) De ki: Ben ancak Rabbime yalvarırım ve hiç kimseyi O’na ortak koşmam.” (Cin Suresi, 73/20; bk. Mü’minûn, 23/117) Birinci ayette, başka ilâhlara, ikinci ayette herhangi bir kimseye dua edilmemesi, üçüncü ayette sadece Allah’a dua edilmesi ve O’na hiçbir şeyin ortak koşulmaması emredilmektedir.

7. Günah Bir Fiili İşlemek ve Bir Farzı Terk Etmek İçin Yapılan Dua Kabul olmaz
Haksız yere yapılan dualar kabul olmayacağı gibi bir günahı işleme veya bir farzı terk etme konusunda yapılan dualar da kabul olmaz. Şu hadis bu hususu açıkça ifade etmektedir:
“Zulüm olan bir fiili işlemek veya akrabalık bağlarını koparmak için veya dua ettim de kabul edilmedi demediği sürece müslümanın duası kabul olur.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, 132, No: 2811)

Bu bilgiler Diyanet İşleri Başkalığı'nın sitesinden alınmıştır.

2 Ağustos 2013 Cuma

Devlete vergi ödemezsek günah işlemiş olur muyuz? Vergi ödememek caiz mi?


Bilindiği üzere vergi, kamu giderlerini karşılamak üzere devletin tek taraflı olarak ve vergileme yetkisine dayanarak, kişilerin gelir ve mallarından aldığı ekonomik değerlerdir. Başka bir tarifte vergi, devletin kamu harcamalarını finanse etmek amacıyla fert ve işletmelerden, karşılıksız olarak ve kamu hukukunun kuralları çerçevesinde aldığı paralardır. İslam hukukçularının çoğunluğu sebep ve şartları gerçekleşince devletin zekat dışında adalete dayalı vergi almasının meşru olduğunu, mükelleflerin de bunu ödemekle yükümlü bulunduklarını ifade etmişlerdir. Günümüzde gerek fertlerin vergilerini gerektiği şekilde ödemede, gerekse devletlerin serveti vergilendirmede ve topladığı vergileri yerine harcamada kamu vicdanını rahatsız edecek ölçüde fazla vergilendirmesi veya gelirleri harcamada mütesahil  ve kusurlu davranması, çeşitli baskı gruplarının bütçeden pay alma mücadelesi içinde gerçek ihtiyaç sahiplerinin, kimsesiz ve yoksulların haklarının adeta unutulması vergi almanın haklılığına zarar vermez. Ancak bunu yapanlar ALLAH katında mesul olacaklardır. Son olarak şunları hatırlatmak isteriz ki vergi vermek bir vatandaşlık görevidir. Hangi iş ve alan olursa olsun, vergide usulsüzlük yapmak, vergi kaçırmak, vergi vermemek kul hakkıdır. Dolayısıyla kul hakkı yemek de günahtır.

Bu bilgiler Diyanet İşleri Başkalığı'nın sitesinden alınmıştır.

Devlete vergi ödemezsek günahkar olur muyuz

1 Ağustos 2013 Perşembe

Ölü yıkanmadan yanında Kur'an okunur mu?


Ölen kişinin yanında, cenaze  yıkanmadan önce Kur'an okunması mekruhtur. Zira ölümle beraber vücutta kirlenme, kokma, pislenme vb. hoş olmayan durumlar oluşmaktadır. Böyle bir ortamda Kur'an okumak elbette uygun değildir. Zira Kur'an okumanın adaplarından biri de temiz bir mekanda okumaktır.
Bu bilgiler Diyanet İşleri Başkalığı'nın sitesinden alınmıştır.

Erkeklerin alın ve elmacık kemiği çevresindeki tüyleri lazer epilasyon ile aldırması caiz midir?






 İslam dini, insanın yaratılıştan var olan güzelliklerini daha belirgin hale getiren, takı takma, saç tarama, meşru ölçüde süslenme, israfa varmadan güzel giyinme gibi davranışları mubah kılmıştır. Ancak, zaruret bulunmadıkça, yaratılıştan verilmiş özellik ve şekillerin değiştirilmesini yasaklamıştır. Nitekim Yüce Allah buna şeytanın eylemleriyle ilişkilendirerek dikkat çekmiş (Nisa, 4/119), Hz. Peygamber de (s.a.s.) süslenmek maksadıyla vücutlarına dövme yapan veya yaptıran, dişlerini incelterek seyrekleştiren, tüylerini yolan, kaşlarını incelten ve şeklini değiştirenleri kınamıştır (Buhari, Libas 86, Tıbb, 36; Müslim, Libas 119).

Bunlardan hareketle İslam alimleri, herhangi bir zaruret bulunmadıkça kaşların alınmasının caiz olmadığını belirtmişlerdir.


 Erkeklerin ise bir zorunluluk bulunmadıkça kaşların alınması, bacak, sırt ve göğsündeki kılları, alın ve elmacık çevresindeki tüyleri  aldırmaları uygun değildir. 


Bu bilgiler Diyanet İşleri Başkalığı'nın sitesinden alınmıştır.


Bu konuda psikolojik olarak rahatsız etmesi durumunda müftülüklerinize çıkarak bizzat görüşebilirsiniz.
Veya alo fetva 190 hattını arayabilirsiniz.

ALLAH kimseyi tek yaratmamıştır. Halk arasında bu söz yaygın olarak kullanılmaktadır aslı var mıdır?

 
      "ALLAH insanı tek yaratmamıştır" sözü halk arasında yaygın olarak kullanılmakta olsa da dini bir dayanağı bulunmamaktadır.

İnsanların bazısının bazısına benzemesi böyle bir sözün söylenmesine sebep olmuş olabilir.
Bu bilgiler Diyanet İşleri Başkalığı'nın sitesinden alınmıştır.

Kim kırk sabah ALLAH'a ihlâslı olursa, kalbinden lisanına hikmet çeşmeleri akmaya başlar hadisi var mı? Nasıl anlamalıyız?

Bahsedilen hadis-i şerif Süyuti'nin Camiu'l-Ehadis'inde Hadsi no: 45421 ve İbn Ebi Şeybe'nin Musannefinde kayıtlıdır. No: 35485

 Hadis-i Şeriflerde kırk, yetmiş gibi verilen rakamlar özel bir karine yoksa genelde kesretten kinaye olarak alınabilir. Yani, az da olsa devamlı olan bir arınma sürecinde insanın kalb ve ruh aleminde gelişen güzellikler ve temizlikler neticesi kalb aynası kir ve lekelerden arınınca, melekut aleminden gelen feyz ve bereketleri algılayacak bir kabiliyet kazanır. Tabiri caizse manevi frekanslara odaklanır ve hikmet damlaları maneviyatını yeşerterek , sadece okumakla elde edilemeyecek irfan menbaı dilinden dökülmeye başlar.
Bu bilgiler Diyanet İşleri Başkalığı'nın sitesinden alınmıştır.


Aşağıdaki bilgilerde Prof.Dr. İbrahim Canan: Kütüb-ü Sitte eserinden alınmıştır.
1- Hadisin, Câmiu's-Sagir'deki veçhinde: "Kim kırk gün Allah'a ihlâslı olursa" şeklinde gelmiştir. Münâvi: "Kim kırk gün ibadetini Allah'a ihlâsla yaparsa..." diye açıklar ve ihlâslı olmayı "bedenini maddî pisliklerden temizlemek, zâhirî ve batınî duygularını, algılamaya ihtiyaç duyulmayan şeylerden berî tutmak, azalarını, aklî mizanlara ve şer'î ahkâmlara muvafık malum ve mutedil tasarrufların dışına çıkmaktan korumak, onları nebevî nasihatlar, hakimane tenbihler dairesinde kullanmak ve bilhassa lisan ve hayâlini fasid itikadlardan, bâtıl mezheplerden, düşük tahayyülâttan koruyup, onların boş emel ve dipsiz kuruntularla oyalanmasına meydan vermemek, zihnini alçak fikirlerden, gerçekleşmeyecek kuruntulardan uzak tutmak..." diye açıklar. Münâvi, kişinin manevî temizliğini sağlayacak daha pek çok tedbirleri saydıktan sonra, "kalpten lisana hikmet çeşmelerinin akmasını" izah sadedinde: "Çünkü, mânevî tahareti muhafaza ve mücâhedenin peşini bırakmamak, kişiyi müşâhedeye ulaştırır. Nitekim Cenab-ı Hak hazretleri  وَمِنَ اللَّيْلِ فَتَهَجَّدْ بِهِ نَافِلَةً  "Ey Resûlüm, gece vakti de uyanıp sadece sana mahsus fazladan bir ibadet olarak teheccüd namazını kıl. Umulur ki Rabbin, seni övülmüş bir makam olan en büyük şefaat makamına kavuşturur" (İsra 79) buyrulmuştur. Varlığın gerçek maksudu olan Zât-ı Şerif aleyhissalâtu vesselâm Makam-ı Mahmud'a ancak rüku ve sücud ile ulaşabilirse, hiçbir mahsulü (muktesebatı) olmayan bir kimse nasıl vüsûl arzu edebilir? Bu hakikate binâen büyükler  فَجَاهِدْ تُشَاهِدْ   "Gayret et müşâhede et!" demişlerdir" der.

2- Hadiste "kırk gün"le kayıtlamanın hikmeti şöyle açıklanmıştır: "Bu, öyle bir müddettir ki, bir şeye, bu müddet boyunca devam edildiği takdirde o şey insanda fıtrî, tabiî bir huy haline gelir." Sûfîlerden bir grup, bundan hareketle, bir müridin halvetinin kırk gün olacağına hükmetmiştir.

 3- Muhaddisler bu hadisin zaafına dikkat çekerler. Ancak ehl-i tasavvuf, hadis ilminde rastlanmayan bir metodla, hadisin sıhhatini tahkik ederler ve sıhhatine hükmederler. Münavî'nin kaydına göre Abdü'l-Hakk' ın Şerhu'l-Ahkâm'ında şöyle denmiştir: "Bu hadis, sened yönüyle sahih olmasa da atâ ve imdâd ehline has kılınan zevk, hadisin sahih olduğunu anlamıştır. Bunun anlaşılması, fethî ilme sahip olmayana zordur. Bu "fethî ilm"i elde etmenin yolu, Muhammedî ihlâs vasıtasıyla gelen Feyz-i Rabbânî'dir."
Bu bilgiler Diyanet İşleri Başkalığı'nın sitesinden alınmıştır.

ALLAH'a karşı söylenen sakıncalı kelimeler


Bazı sözler insanı uçuruma götürür!

İnsan konuşurken kullandığı sözlere dikkat etmeli, imana aykırı sözlerle dilini ve kalbini kirletmemelidir. Allah korusun bilmeden imanımızı kaybedebiliriz.

İman, kişiyi bütün varlığın tek sahibi Allah’a muhatap kılması ve O’na bağlaması itibarıyla, insana huzur ve şeref veren büyük bir güç merkezidir. Çünkü iman sayesinde insan Yaratıcı’sına bağlanır. Bu sayede insan, iman ile insanda görünen İlâhî sanatları ve Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin nakışları itibarıyla kıymet kazanır. İnançsızlık ise o bağı koparır. İnsanın Rabb’iyle arasındaki bağ kopunca, Allah’ın insan üzerindeki sanatı gizlenir.

İnsan çok zayıf ve aciz bir varlıktır. Kendisinin veya başkalarının başına gelen musibetlerde çoğu zaman bir şey yapamaz. Bu musibetler, imansızları veya imanı zayıf olan kimseleri aşırı derecede sıkıntıya sokar, huzursuz eder. Fakat huzursuz olmakla elinden de hiçbir şey gelmez.

İmanı elde eden bir mümin ise her şeyde İlâhî rahmetin izini, özünü görür. Her şeyde O’nun hikmetini, adaletinin güzelliğini müşahede eder, tam bir teslimiyet ve rıza ile Rabb’inden gelen musibetleri teslimiyetle karşılar. Hayatın zorlukları karşısında dirençli olur. Böyle kimseler, çeşitli musibetlere maruz kalanlara karşı Cenab-ı Hakk’ın merhametinden daha çok şefkat göstermez ki, elem ve azap çeksinler. Böylece sadece ahiret hayatında değil, dünya hayatını dahi saadet içerisinde geçirirler. Ayrıca imanın insana kazandırdığı en mühim fayda, insanı nefsin ve şeytanın vesveselerine kapılmadan huzurlu bir şekilde kabre imanlı olarak götürmesidir. Bu şekilde insan hem bu dünya hem de öte dünya saadetini elde eder. 

 AĞZIMIZDAN ÇIKAN SÖZLERE DİKKAT!

Bu şekilde imanı elde ettikten sonra önemli bir aşama da imanı muhafaza etmek, korumak; yıpranmasına, zayıflamasına, herhangi bir tehlikeye maruz kalmamasına çalışmaktır. İnanan bir insan her konuda olduğu gibi, imanî meselelerde de ağızdan çıkan sözlere dikkat etmeli, imana aykırı sözlerle dilini kirletmemelidir. Şayet umursamaz bir biçimde, dikkat etmeden, sözün nereye vardığını, nasıl bir sonuç doğuracağını düşünmeden imana aykırı sözleri söylerse, Allah korusun imanını kaybedebilir.

Böyle bir hataya düşmemek için akıllı, dikkatli ve titiz davranırken, hatasının farkına varır varmaz da, hemen tedbirini almalı, bir an önce tövbe istiğfar etmeli, imanını yenilemeli, kelime-i şahadet getirerek taze bir imanla yeniden hayata başlamalıdır.

Şimdi imana aykırı düşen, imana zarar veren, imanlı hayatı zedeleyen bazı sözlere dikkat çekelim. 

“ALLAH GELSE, ELİMDEN ALAMAZ!”

Bir öfke sonucu düşünmeden bu sözü söyleyen kişinin Allah’ın gücü ve kudreti konusunda en ufak bir bilgisinin olmadığı anlaşılıyor. Bir kere Allah’ın gücünün ve kudretinin ne bir sınırı vardır, ne bir hududu... Çünkü Allah’ın kudreti sonsuzdur, sınırsızdır. “Ve hüve alâ külli şey’in kadîr” yani “O’nun her şeye gücü yeter” ifadesi, Kur’an’da 40-50 yerde geçiyor.

“Her şey” derken, bu ifadenin içine girmeyen kalmıyor. Allah’ın kendi Zât’ı (celle celaluhu) dışında, varlık âleminde bulunan, Allah tarafından yaratılmış olan, aklımıza gelen gelmeyen bütün yaratıklar bu “her şey”in içindedir.

“Allah’ın şuna gücü yeter, buna yetmez; şunu yapar, bunu yapamaz; şu kişiyle baş eder, bu kimseyle baş edemez” diye bir şey söz konusu olamaz.

Bu ifadeler bir insan olarak, bizim için söylenebilir. Mesela, ben 10 kiloyu çok rahat kaldırırım, 20-30 kiloda biraz zorlanırım, 50 kiloda çok zorlanırım; ama 100 kiloyu asla kaldıramam.

Neden? Çünkü benim gücüm ve kudretim bellidir. Ama Cenab-ı Hak için, ağır-hafif, büyük-küçük, az-çok, aşağı-yukarı gibi kavramlardan söz edilmez.

Allah’ın kudreti karşısında bir sinekle dünyamızdan bir milyon üç yüz bin defa büyük olan güneş aynıdır.

Ufacık bir sineği aynı kolaylıkla havada tuttuğu ve uçurduğu gibi, koca güneşi aynı kolaylıkla uzayda tutar ve seyrettirir. İçinde milyarlarca yıldızın yer aldığı galaksiyi de aynı kolaylıkla uzayda gezdirir.

Bu açıdan bilir bilmez biçimde, olur olmaz yerde, anlamlı anlamsız durumlarda, ne manaya geldiğini düşünmeden ileri geri konuşup, “Allah gelse, seni elimden alamaz.” gibi sözlerin hiçbir değeri, kıymeti ve anlamı yoktur. Bu değerlendirme, yazımızdaki diğer ifade kalıpları için de geçerlidir. 

“BURASI ALLAH’IN UNUTTUĞU YER!”

Bu da çok tehlikeli bir ifade kalıbıdır. Allah’ın unutması mümkün mü? Dünyada yan yana gelmeyecek iki kelime varsa, o da “Allah” ve “unutma” kelimeleridir.

Kur’an, Allah’a “unutma” yakıştırmasını şiddetle reddediyor, Musa aleyhisselamın diliyle Kur’an diyor ki: “Onlar hakkındaki bilgi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim yanılmaz ve unutmaz.” (Tâhâ, 20/52)

Cebrail aleyhisselamın ağzından da şu gerçeği dile getiriyor:

“Biz ancak Rabb’imizin emriyle ineriz. Geçmişimiz, geleceğimiz ve ikisi arasındaki her şey O’na aittir. Ve Rabbim hiçbir şeyi unutmaz.” (Meryem, 19/64)

Bundan dolayı Allah için “unutma” kelimesini kullanmak hem caiz değildir, hem de insanın ayağını kaydırır, kişiyi inançsızlık/imansızlık çukuruna yaklaştırır. Çünkü “unutmak” noksan bir sıfattır. Allah ise bütün noksan ve eksik sıfatlardan beridir ve uzaktır. Böyle bir ifadeyi mecaz manasında kullanmak da doğru değildir. Bir mümin, hangi manayı kasdederse etsin ağzına, neticesi itibariyle kendisini çıkmaz sokaklara götürecek böylesi tehlikeli sözleri alıştırmamalıdır. 

 “BU ADAM ALLAH’LIĞIN BİRİ!”

Bu söz, imana ve inanca leke getiren, insanın kalbini rencide eden, bir yerde vicdanı sızlatan bir yakıştırma… Çoğu zaman bu ve benzeri sözler rastgele, gelişigüzel kullanılıyor, sözün nereye vardığı hiç mi hiç düşünülmüyor, hesabı kitabı yapılmadan dillerde gezip duruyor. Halbuki bu sözler sakıncalı sözlerdir. Her yönüyle saçma ve bayağı ifadelerdir.

TDK sözlüğü, “Allah’lık” kelimesi için şöyle bir açıklama getiriyor: “Kendisinden hiçbir işte yararlık umulmayan saf ve zararsız kimse.” Bir de örnek cümle veriyor: “Bu adam Allah’lığın biri, elinden hiçbir şey gelmiyor.”

Günlük dilde de şu şekilde dönüp dolaşıyor:

“İşiniz Allah’lık”, “Allah’lık adam”, “Allah’lık Ali Bey misali”, “Tam Allah’lık bir hal, ahı gitmiş vahı kalmış.”

Dikkat edilirse, bilgisiz, beceriksiz, sorunlu ve hiçbir işe yaramayan insanlar bu sözlerle anlatılıyor. Sanki insan Allah’a yaklaşırsa, Allah’a kul olmaya çalışırsa, Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirirse aptal/budala ve sefil bir hale gelirmiş gibi bir mana çıkıyor.

Yahut bir iş yolunda gitmiyorsa, planlandığı ve düşünüldüğü gibi bir sonuca varılamıyorsa, suç Allah’a atılıyor, hata Allah’a mal ediliyor. Böylece insan farkına bile varmadan Allah’a isyan ediyor. Oysa beceriksizlik insanın kendinden kaynaklanır, dağınıklık kişinin kendi ihmali ve tembelliği sonucudur. Neden Allah’a verilsin, bu konularda niçin Allah suçlansın?

Kur’an bu konuda diyor ki: “Başınıza ne musibet gelirse, kendi elinizle işledikleriniz yüzündendir.” (Şûra, 42/30) 

 “ALLAH BABA KIZAR!”

Allah’a baba ve oğul isnadı yapılmaz, caiz de değildir, mümkün de değildir. Böyle bir sözü, bir Müslüman söylememelidir. Çünkü mesele doğrudan doğruya Allah’ın birliği ile alakalıdır. Bir kere bütün babaları ve oğulları, erkekleri ve kızları yaratan Allah’tır. Yaratıcı, yaratılan olamaz. İslamî deyimle Hâlık, mahluk olmaz. Böyle bir sözü ve inancı kesin olarak Kur’an reddeder. Hepimizin bildiği İhlas Suresi’nde, “Lem yelid velem yûled” diyoruz. Bunun anlamı, “O doğurmamış ve doğurulmamıştır” demektir. Yani, doğanlar ve doğurulanlar Yaratıcı ve Allah olamaz.

Yabancı filmlerdeki sözler olduğu gibi tercüme ederek söylendiği ve bazı eski Türk filmlerinde düşünülmeden bilinçsizce kullanıldığı için bu batıl inanç ve ifade, dilimize bu filmler kanalıyla geçmiştir. Böyle bir sözü söylemek doğru değildir. 

“KADER UTANSIN.. KAHPE KADER!”

Kaderi suçlayan o kadar söz var ki, saymakla bitmez. Kendine söz geçiremeyen, kadere taş atar. Kimseyi suçlayamayan, kaderi taşlar. Karşısındakine gücü yetmeyen kadere yüklenir. Böyle bir kör dövüşüdür gider. Kime vurduğunu bilemez, vurduğu yeri göremez, rastgele hücum eder. Beceriksizliğini, tembelliğini ve bilgisizliğini kendi üstüne almaz, eline geçen taşı kadere fırlatır, durur. “Kader utansın” der. Kader ne yapmış ki utansın, kaderin utanacağı neyi vardır? Gerçekten utanması gereken birisi varsa, o da kişinin kendisidir aslında.

Kader bir suç işlememiş, bir hata yapmamış, bir yanlışa girmemiştir. Suçu işleyen, hatayı yapan, yanlışa giren kişinin kendisi; neden kader hatalı olsun? Geçen zaman içinde daha büyük bir kayba uğramış, daha büyük bir zarar etmiş, daha büyük bir belaya çarpılmışsa, kadere olan kızgınlığının dozunu biraz daha artırır.

Bu sefer ağzından çıkanı kulağı duymaz halde, söylediği sözlerin nerelere vardığını düşünmez biçimde, açar ağzını, yumar gözünü, Allah muhafaza “kahpe kader” deyiverir. Bu sözler insanı o kadar boşluğa atar, o kadar uçuruma sürükler ve o kadar sert bir duvara toslatır ki, insanı iman dairesinden çıkarabilir…

Bu gereksiz ve yersiz sözlerin hiçbirinin bir Müslüman’ın ağzından çıkmaması lazım… İnanan bir insanın böyle sözleri söylememesi gerekir. Söylenmemesi bir tarafa, bu sözlere karşı tavır koymalı, böyle sözlerin toplumda barınmasına, tutunmasına meydan vermemelidir. 

“SENİNLE CENNET’E BİLE GİRMEM!”

Karşısındakine o kadar kızmış, o kadar öfkelenmiş, o kadar içerlemiş, o kadar kin ve nefret duymuş ki, Cennet’te bile onunla birlikte olmak istemiyor. Bu durumdaki ve bu kanaatteki bir kişiye “Cennet’e girmen kesinleşse, fakat şu kişiyle girmen gerekir, başka türlü girmen mümkün değil” dense, sözünün nereye gittiğini bile düşünmeden, “Allah korusun, onunla mı, asla, Allah yazdıysa bozsun” gibi sözleri bile sarf edebilir. Hatta, “Eğer Allah bana şu kişiyle Cennet’e girmeyi emretse, girmem” diyecek kadar, hiç hesap kitap etmeden Allah’ın emrine bile karşı gelmeyi göze alabilir.

Cennet, Allah’ın rahmetinin tecelli ettiği bir yer, her türlü nimetinin bolca bulunduğu bir âlem, altı iman rüknünden âhirete imanın bir parçası ve bir âhiret yurdu…

Cennet ve ebedi hayat ve sonsuz saadet Cenab-ı Hakk'ın mü’min kullarına sırf bir hediyesi, ikramı ve özel bir ödülüdür. Bu ödülü reddetmek, bir dostunuzun verdiği bir hediyeyi reddetmek gibi değildir, öyle düşünülmez. Bu, Allah’a isyandır, Allah’a başkaldırmak, Allah’a karşı gelmektir, Allah’ın rahmetini reddetmektir.

Çünkü Rabbimiz mü’min kullarını Cennet’e davet ediyor ve buyuruyor ki: “Allah, sizi izniyle Cennet’e ve bağışlanmaya çağırıyor.” (Bakara, 2/221)

Bu ve bunun gibi pek çok âyette yapılan Allah’ın davetini sırt çevirir bir anlamda, ileri geri konuşarak, bilir bilmez laf ederek “Onunla Cennet’e bile gitmem” sözlerini sarf etmek, insanı çok büyük kayıplara sürükler. Gerçi kişi, “Ben bu sözü bahsini ettiğiniz manada kullanmıyorum” dese de bir müminin ağzından böylesi ifadeler çıkmamalı. 

“ÖKÜZ ALEYHİSSELAM!”

Kötü bir kimseye -hâşâ- “öküz aleyhisselam” demek, insanı uçuruma götürebilecek sözlerden biridir.

Aleyhisselam, “Allah’ın selamı üzerine olsun” anlamında bir selam ve saygı ifadesidir. Dinî literatürde peygamberlerin adını söyledikten sonra “aleyhisselam” derken, Peygamber Efendimiz için “aleyhissalâtü vesselam” veya “sallallâhu aleyhi ve sellem” deriz.

“Aleyhisselam” ifadesi peygamberler için kullanılır. Peygamberler, Allah tarafından özel olarak görevlendirilmiş Allah’ın elçilerdir. Peygamberler, insanlığın en yüce ve en yüksek mertebesinde bulunan insanlardır.

Bunun içindir ki, bir mümin, peygamberlerin adını söylerken, onlardan bahsederken, onları anlatırken kullanmış olduğu saygılı ifadeleri ne bir insan için, ne de bir hayvan için kullanmamalı. Hele hele bir hakaret anlamı taşıyan “öküz” lafıyla birlikte hiçbir zaman kullanma cüretinde bulunmamalı. 

İmanı tehlikeye atan diğer bazı sözler:

1. “Seni Allah’tan çok seviyorum.” demek.

2. Bir adamı sevmediği zaman, “Cehennem’e girmeye imza verdim.” demek.

3. “Allah bize zulmediyor.”, “Ben Allah mallah tanımam.”, “Şu işe Allah’ın bile gücü yetmez.” gibi sözleri söylemek.

4. Hasta olan birisine, “Seni Allah unuttu.” demek.

5. Birisi için, “Onun hakkından Allah bile gelemez, ben nasıl geleyim” demek.


6. “Allah sana merhamet etme hususunda cimrilik etti.” demek.

7. Herhangi bir şey için, “Allah’ın hiç işi kalmamış da bunu mu yapıyor veya yaratıyor?” demek.

8. Peygamberimiz’in sünnetlerinden veya hadislerinden birisini alaya alır bir tarzda “Çok dinledik bunları” demek.

9. Herhangi bir işi yapan kimseye yapmaması söylendiği zaman, “Peygamber gelse de ‘Yapma!’ dese veya gökten ‘Yapma!’ diye ses duysam yine yaparım” demesi.

10. Kendisine, “Dünya için ahiretini terk etme!” denilen kimsenin cevap olarak, “Ben veresiye için peşin olanı bırakmam.” demesi.

11. Fakir bir kişinin, “Allah falan kuluna şu kadar zenginlik veriyor; bana ise az veriyor. Böyle adalet olur mu?” demesi.

12. “Namaz ve helal olan şeyler, bana iyilik getirmiyor” veya “Ne için namaz kılacağım; malım yok, mülküm yok. Çoluğum yok, çocuğum yok” yahut “Namazı rafa bıraktım” demek.

13. “Sensiz Cennet’i de istemem, orası da benim için zindandır.” demek.

İmanı tehlikeye atan veya insandan imanı kaldıran sözler elbette  bu  kadar değildir.  Burada bu sözlerin bir kısmına yer verilmiştir.

Bu ve benzeri sözleri söylemekten kesinlikle kaçınmalı ve yanlışlıkla bu sözler söylenirse de  hemen kelime-i şehadet getirilmelidir.

Bu sözler insanı küfre götürecek sözler olsa da bu sözleri söyleyenler ekseriyetle imansızlığından değil cehaletinden dolayı söylemektedir. Bu gibi insanlara hemen kafir oldun damgasınız da vurmamak gerekir. Yumuşak bir uslup ile ikaz etmeli tevbe etmesini tavsiye etmeliyiz.

(Mehmet Paksu, İnsanı Uçuruma Götüren Sözlerden)
Bu eseri temin edip daha detaylı bilgi edinebilirsiniz.

Bu bilgiler Sorularlaislamiyet.com sitesinden alınmıştır.

31 Temmuz 2013 Çarşamba

ALLAH'ım bana salih kullarına verdiğinin en faziletlisini ver duası?


Sa’d bin Ebî Vakkâs (ra) şöyle anlatır:

“Rasûlullâh aleyhissalatü vesselam, bize namaz kıldırırken bir kimse geldi. Safa girince: “Allâh’ım, bana sâlih kullarına verdiğinin en fazîletlisini ver!” diye duâ etti. Peygamber Efendimiz namazı bitirince: “Az önce duâ eden kimdi?” diye sordu. O zât: “Bendim yâ Rasûlallâh!” dedi. 

Allâh Rasûlü (asm): “Öyleyse atın çökertilecek ve Allâh yolunda şehîd edileceksin.” buyurdu. (Hâkim, Müstedrek, 1/325/748; Heysemi, Mecmauz Zevaid, 5/295)

Peygamber Efendimiz, ashâbından bâzılarının şehit olacağını önceden müjdelediği gibi, savaşa giderken hakkında Allâh’tan rahmet ve mağfiret dileyip duâ buyurduğu ashâbı da şehâdet rütbesine nâil olmuşlardır. 

Nitekim Peygamberimiz, Âmir bin Ekvâ’ya da aynı şekilde duâ buyurmuş, kısa bir müddet sonra o, Hayber’de şehîd düşmüştür. (Müslim, Cihâd, 123, 132)

Efendimiz’in duâlarındaki mağfiret talebinin, şehîd olmak sûretinde gerçekleşmesi, şehâdet mertebesinin ne kadar yüksek bir makâm olduğunun bir delîlidir. 

Peygamber Efendimiz’in duâsının bu şekilde netîcelendiğini gören ashâb-ı kirâm da bu duâları şehîdlik müjdesi olarak telâkkî etmişlerdir.

Peygamber Efendimiz (asm), bir gün Hz. Ömer’in üzerinde bir gömlek görmüştü: “Bu gömleğin yeni mi yoksa yıkanmış mı?” diye sordu. Hz. Ömer: “Hayır yeni değil, yıkanmış gömlektir yâ Rasûlallâh!” deyince, Peygamberimiz: “Yeni giy, hamd ederek yaşa, şehîd olarak öl!” buyurmuş (Ahmed, Müsned, 2/89), böylece Hz. Ömer’e şehâdet müjdesini de vermiş oluyordu.

Yine bir gün Efendimiz, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osmân ile birlikte Uhud Dağı’na çıkmıştı. O sırada dağ sarsılmaya başladı. Âlemlerin Efendisi ayağıyla yere vurup şöyle buyurdu: “Sâkin ol ey Uhud! Senin üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehîd vardır.” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 6; Tirmizî, Menâkıb, 18)

Bu hadisler, aynı zamanda Peygamber efendimizin gelecekten verdiği haberlerden olup, onun Allah’ın Elçisi olduğunun delillerindendir.

Rasûlullâh Efendimiz, her müslümanın şehîdliği arzu etmesi gerektiğine işâret ederek şöyle buyurmuştur:

“Allâh Teâlâ’dan bütün kalbiyle şehîdlik dileyen bir kimse, yatağında ölse bile, Allâh ona şehîdlik mertebesini ihsân eder.” (Müslim, İmâre, 157; Nesâî, Cihâd, 36)

“Şehîdliği gönülden arzu eden bir kimse, şehîd olmasa bile sevâbına nâil olur.” (Müslim, İmâre, 156)

Bununla birlikte Allâh Rasûlü bir kısım insanları da şehîd hükmünde kabûl etmiştir:

"Allâh yolunda öldürülen şehîddir; Allâh yolunda ölen şehîddir; bulaşıcı hastalıktan ölen şehîddir; ishalden ölen şehîddir; boğularak ölen şehîddir.” (Müslim, İmâre, 165; İbn-i Mâce, Cihâd, 17)

"Malı, kanı, dîni ve âilesi uğrunda öldürülen şehîddir". (bk. Buhârî, Mezâlim, 33; Müslim, Îman, 226; Ebû Dâvûd, Sünnet, 28-29; Tirmizî, Diyât, 21)

Şehîd olmak, hakîkatte ölmek değil, bizim farkına varamadığımız bir hayat keyfiyeti içinde ebedî nîmetlere mazhar olmaktır. Bu bakımdan Allâh Teâlâ şehîd kulları hakkında “ölü” denilmemesini emretmektedir:

“Allâh yolunda öldürülenlere «ölüler» demeyiniz. Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz farkında değilsiniz.” (Bakara, 2/154)

“Allâh yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilâkis onlar diridirler! Allâh’ın lutuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir hâlde Rableri yanında rızıklara nâil olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hiçbir keder ve korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allâh’tan olan bir nîmeti, bolluğu ve Allâh’ın, mü’minlerin ecrini zâyî etmeyeceğini müjdelerler.” (Âl-i İmrân, 3/169-171)

Bu bilgiler sorularlaislamiyet.com sitesinden alınmıştır.

Mezar taşına yazı yazmak caiz mi?


Ölen kişinin defnedildiği yerin kaybolmasını önlemek için, israfa varmamak şartıyla basit bir mezar yaptırılmasında dinen bir sakınca yoktur. Buna karşılık, kabirlerin yükseltilmesi, üzerine kubbeli binalar yapılması, taşına övücü veya kaderden şikayet edici sözler yazılması dinimizce yasaklanmıştır. Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) kabirler üzerine bina yapmayı onları çiğnemeyi ve üzerlerine yazı yazmayı yasaklamıştır (İbn Mace, Cenaiz, 58).

Ayrıca mezar için yapılan harcamaların, ölü ve diri için hiçbir yararı bulunmadığından, büyük masraflar yaparak mezar yaptırmak israftır, israf ise haramdır.
Bu bilgiler Diyanet İşleri Başkalığı'nın sitesinden alınmıştır.

mezar taşına yazı yazma caiz mi, mezar taşına yazı yazma haram mı, mezar taşına güzel söz yazma, 

İdarecilere, yöneticilere sövmek caiz mi?

Ebu Ümame'den (ra) nakledildiğine göre; Eimmeye(müslümanları yönetenlere) sövmeyiniz, onların ıslah olmaları için (ALLAH'a) dua ediniz. Çünkü onların ıslah olmaları, sizin ıslahınızdır. (Taberani, el-Mu'cemu'l-Evsat, II, 169, Hadis No: 1606.)
Müslümanlar, nerede olursa olsun İslamiyeti yaşamakla görevlidir. Müslüman yöneticilerin İslamiyete aykırı olmayan emir ve yasaklarına uymak durumundadırlar. Hadiste geçen "Islah olmaları için dua ediniz." ifadeleri, İslamiyete aykırı tutum ve davranışları olursa, onların bu hatalarından dönmeleri ve sonuçlarını düzeltmeleri için Allah'a dua ediniz anlamındadır. "Onların ıslahı, sizin ıslahınızdır" demek ise şöyle izah edilebilir: idareciler İslam dininin temel emir ve yasaklarının dışına çıkarak hata yaptıklarında bunun etkisi halkın üzerinde görülecektir. Yani halk arasında sıkıntılar ve bozgunculuklar baş gösterebilecektir. Ama halkın Hakk'a duasıyla yöneticiler bu hatalardan dönerler ve kendilerini düzeltirlerse, bu sayede halk da bozgunculuğa, fesada ve sıkıntıya maruz kalmaktan kurtulur. 
Bu bilgiler Diyanet İşleri Başkalığı'nın sitesinden alınmıştır.

ALLAH'a ve dinine küfür edenin hükmü nedir?

Allah'a, Peygamberlerine, Kur'an-ı Kerim'e, din ve imana, -haşa- küfr etmek, sövmek, ihanette bulunmak veya bunlardan birini hafife almak küfürdür.

  Böyle bir söz ve davranışta bulunan kimsenin derhal tevbe istiğfarda bulunup nikahlarını yenilemeleri gerekir.

Şayet Allah'a yapılan küfür, inançsızlık nedeniyle değil de dil alışkanlığı sebebiyle öfke anında ortaya çıkmışsa, bu sözünüzle dinden çıkılmadığı gibi, eşler arasındaki nikah da bozulmaz. Çünkü burada maksat dini değerlere küfretmek olmadığı gibi söyleniş anı da sağlıklı düşünmeyi ortadan kaldırmış olma ihtimali taşımaktadır. Ancak Allah'a, Peygamberlerine, Kur'an-ı Kerim'e, din ve imana, -haşa- küfr etmek, sövmek, ihanette bulunmak veya bunlardan birini hafife alan kişinin derhal tevbe ve istiğfarda bulunması ve tekrar böyle büyük bir hataya düşmemesi gerekir. Bir müslümanın dine sövmesi asla caiz değildir.  Konunun detayına gelince; Elfaz-ı küfür, Hz. Peygamberin getirdiği vahyi ve buna bağlı olarak ortaya konan hükümleri alaya almak, küçümsemek ve sövmekle meydana gelir. Bunu yapan bir kimse küfre düşer ve dinden çıkmış olur. Ancak alimler elfaz-ı küfrü kullanan kişinin dinen mükellef olmasını, sarhoşluk ve uyku halinde bulunmamasını, küfür lafzını bir zorlama olmadan isteyerek ve kasten kullanmış olmasını şart koşarlar. Alimlerin çoğunluğu, söylediği sözün küfre götürdüğünü bilmeyen ve elfaz-ı küfrü hata sonucu telaffuz eden kimsenin kafir olamayacağı görüşünde birleşmişlerdir. Bu itibarla öfke halinde söylenen elfaz-ı küfür lafızları sarhoşken söylenen sözler gibi kabul edilmez. İmam Şafi ve İmam Ahmed’in bir rivayete göre sarhoşluğu mazeret saymamaları dikkate alınırsa bu sözlerin kızgınlık anında söylenmiş olması da bir mazeret olarak kabul edilemez.  Bir kimsenin süreklilik arz etmeden kızgınlık anında elfaz-ı küfrü telaffuz etmesi küfrü gerektirmekle birlikte, yaptığı hatanın büyüklüğünü anlayarak anında tövbe ve istiğfar etmelidir.  Bu konuyla ilgili olarak Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi'nin “ELFAZ-I KÜFÜR" maddesine (c. 11, s.26) bakılabilir.  
Bu bilgiler Diyanet İşleri Başkalığı'nın sitesinden alınmıştır.

Kertenkele öldürmek sevap mıdır?

 Esasen zarar vermeyen hiç bir canlı öldürülemez. Öldürülmesi caiz olanlar ise, zararlı olan ve bu zararından başka türlü kurtulma imkanı olmayan hayvanlardır. Bu tür hayvanları da öldürmeden ve kendilerine eziyet vermeden zararından kurtulmanın yollarını aramak gerekir. Ancak kendilerinden kurtulma imkanı kalmamış ve öldürmekten başka çare de yoksa öldürülür. Bazı hallerde kertenkeleler özellikle de zehirli olanlar, evlere girip insanlara, eşyalarına ve yiyeceklerine zarar verirlerdi. Bunu önlemek için öldürülmeleri bazı hadislerde emredilmiştir. Yoksa durup dururken hiç bir canlı öldürülmez. Bu hadisi şerifte öldürülmesi istenen kertenkele, Arapça "vezağa" adı verilen bir kertenkele çeşididir. Bu kertenkele, kertenkelenin zehirli ve zararlı bir cinsidir. Hadiste öldürülmesi gereken bu hayvanların, öldürülürken fazla can acısı duymamaları için tek vuruşta öldürülmeleri istenmiştir.

Konuyla ilgili geniş bilgi için Prof. Dr. M.Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail L. Çakan, Doç Dr. Raşit Küçük tarafından yazılanan "Riyazü's-Salihin Peygamber Efendimizden Hayat Ölçüleri" (VII, 556 No:1867 ) isimli esere müracaat edebilirsiniz  
Bu bilgiler Diyanet İşleri Başkalığı'nın sitesinden alınmıştır.

Kâfirlerin hakkı yenilebilir mi? Onlara zulum edilebilir mi?


Kul Hakkı: Kul hakkı ihlali kavramı müslüman olsun gayri müslim olsun tüm insanları içerir. Hak kavramının içeriği evrenseldir. 

Nitekim:  Hz. Peygamber (s.a.s.), üzerinde kul hakkı bulunan kişilerin, hak sahibi olan mazlumlardan helallik almalarını öğütlemiştir. Bunun yapılmaması durumunda haksızlık yapan kişinin salih amellerinin, haksızlığı ölçüsünde alınarakhak sahibine verileceğini, eğer verilecek salih amel bulunamazsa o zaman da mazlumun günahlarının zalime yükleneceğini belirtir (Buhari, Mezalim, 10). Yine Peygamberimiz (s.a.s.), imkanı olduğu halde zamanı gelmiş bir borcu ödemeyenlerin kul hakkını ihlal ettiğini şöyle ifade eder: “Ödeme gücü olan zengin kişinin, ödemeyi ertelemesi zulümdür” (Buhari, Havale, 1). Görüldüğü üzere kul hakkı, kişinin Cennet ya da Cehennem’e gidişinde önemli ölçüde belirleyici bir rol oynamaktadır. Allah’ın huzuruna kul hakkı ile çıkmanın, çok ağır bir vebali vardır. Çünkü böyle bir günahın Allah tarafından bağışlanması, hak sahibinin affetmesi şartına bağlanmıştır. hak sahibi,hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe, Allah kul hakkı yiyenin bu günahını affetmemektedir. Çünkü ilahi adalet, bunu gerektirir. Veda hutbesinde Rasulüllah (s.a.s.) “Ey insanlar, sizin canlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız, rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır)” (Buhari, Hacc, 132) buyurmuştur. Buna göre, gasp, hırsızlık veya izinsiz alma gibi yollarla elde edilen haram para veya mal, sahipleri biliniyor ise kendilerine yahut mirasçılarına, bilinmiyor ise fakirlere veya hayır kurumlarına onların namına sadaka olarak verilmelidir. Ayrıca, yapılan bu kusurlardan dolayı da Allah’tan af ve mağfiret dilenmelidir. Mal ya da darp gibi şeylerle ilgili olmayan gıybet, bühtan gibi hak ihlallerinde en doğrusu, hak sahibine durumu anlatıp helalleşmek olmakla beraber, her zaman bu şartı yerine getirmek mümkün olmadığından ya da insanlar bundan çekindiklerinden, kendi adına tövbe edip, hak sahibi namına da istiğfar etmek, dua etmek ya da hayır hasenat yaparak sevabını ona bağışlamak, bu tür hak ihlallerine keffaret olur (Maverdi, el-Havi, I, 107; İbn Teymiyye, el-Fetava’l-Kübra, I, 113).
Bu bilgiler Diyanet İşleri Başkalığı'nın sitesinden alınmıştır.

28 Temmuz 2013 Pazar

Ameller niyetlere göredir hadis-i şerifini nasıl anlamalıyız?



Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti ALLAH’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da ALLAH’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.”

Açıklama: “Yapılan işler niyetlere göre değerlenir” hadisi, insanın kazanacağı sevap ve günahlar ile yakından ilgili ve son derece önemlidir. Ahmed İbni Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Dârekutnî gibi büyük âlimler, bu hadisle, İslâmiyet’in üçte birini anlamanın mümkün olduğunu söylemişlerdir. İmâm Şâfiî, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmiştir. İmâm Buhârî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak, eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir.
Şimdi niyetin ne olduğunu görelim:
Niyet, bir işi ALLAH rızâsı için yapmayı kalbden geçirmektir.
İş ya kalble, ya dille veya diğer organlarla yapılır.
Kalbimizle yaptığımız işler, niyet ve düşüncelerimizdir.
Dilimizle yaptıklarımız konuşmalarımızdır.
Organlarımızla yaptığımız işler de fiil ve davranışlarımızdır. Sözler ve davranışlar çoğu zaman niyete bağlı olduğu için, iyi niyet bazan başlı başına bir ibadet olur.
Ameller yâni yapılan işler niyete göre değer kazanır sözü, çoğu zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki bir taşı, insanlara zarar vermesin düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak bir ibadet sayılır. Birinin malını meşrû olmayan yollardan elde etmeye karar vermişken, ALLAH korkusuyla bu düşünceden vazgeçmek de aynı şekilde sevap kazanmaya vesile olur.
Kalbden geçen düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman ALLAH katında değer kazanır. Bu esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması gerekir.
Dil bir şeye niyet ederken kalb bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz. 7. hadîs-i şerîfte görüleceği üzere ALLAH Teâlâ bizim şeklimize, kalıbımıza değil, kalblerimize bakar, niyetlerimize değer verir.
Abdullah İbni Ömer’in âlim ve zâhid oğlu Medine’nin yedi fakihinden biri olan Sâlim, halife Ömer İbni Abdülazîz’e yazdığı mektupta şöyle demişti:
“Şunu iyi bil ki, ALLAH Teâlâ’nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, ALLAH’ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, ALLAH’ın yardımı da o kadar azalır.”
Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması şu gerçeği vurguluyor: Yapılan bir ibadet ve herkesin takdirini kazanan bir hizmet görünüş bakımından kusursuz olabilir; ancak o ibadet ve güzel hizmetin samimi bir niyetle ve sadece ALLAH’ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılması şarttır. İnsanların takdir ve teveccühünü kazanmak veya hem ALLAH rızasını hem de insanların takdirini kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve hizmetlerin ALLAH katında hiçbir kıymeti yoktur. Yapılan işleri ALLAH katında değerli kılan bizim ihlâs ve samimiyetimiz, yani o işleri sadece ALLAH rızası için yapmış olmamızdır. Meselâ insanlar beni görsün ve takdir etsin diye namaz kılmak, zekât vermek şirk derecesinde büyük bir günahtır. Fakat gösterişi aklından geçirmeyen bir mü’minin, başkalarını o ibadeti yapmaya teşvik etmek niyetiyle herkesin göreceği bir yerde namaz kılıp zekât vermesi faziletli bir davranıştır. Böyle bir mü’min hem görevini yapmış hem de iyi niyetinden dolayı ayrıca sevap kazanmış olur.
İyi niyete dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin ve güzel davranışların ALLAH katında hiçbir değeri bulunmadığını Peygamber Efendimiz ibretli bir misâlle ortaya koymuştur. Bu hadîs-i şerîfe göre kıyamet gününde ilk defa bir şehid hakkında hüküm verilecek. ALLAH Teâlâ ona ne yaptığını sorduğunda:
— Senin uğrunda çarpıştım, şehid edildim, diyecek. Fakat Cenâb-ı Hak ona:
— Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
 Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur’an okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak.
— İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızânı kazanmak için Kur’an okudum, diyecek. ALLAH Teâlâ ona:
— Yalan söyledin. İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’an’ı ise, güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Hadîs-i şerîfin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını ALLAH rızası için harcadığını söyleyeceği, ona, “cömert adam” desinler diye malını sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir (Müslim, İmâre 152).
Bu niyet hadisinden şöyle bir sonuç da çıkmaktadır:
Aslında ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı takdirde ibadete dönüşebilir. Meselâ yemek yiyen kimse, bu gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini düşünürse, yemek yerken bile sevap kazanmış olur. Normal ticaretini yapan kimse, işini en iyi şekilde yaparak insanlara hizmet etmeyi, onları aldatmamayı düşünürse, hem para hem de sevap kazanabilir.
Hadîs-i şerîfimizde “Kimin niyeti ALLAH’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da ALLAH’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır” buyuruluyor.Hicret, bir şeyi terketmek demektir. ALLAH Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri terkedip yapmamak da genel mânâda hicret sayılmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz:
“Muhâcir, ALLAH’ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir” buyurur (bk. 1569 nolu hadis).
Hadiste sözü edilen hicretten maksat, kâfirlerin elinde bulunan vatanı bırakıp İslâm yurduna göçmek demektir. Hz. Peygamber ile ashâbı, Mekke’den Medine’ye bu maksatla göçmüşlerdir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in söylemek istediği şudur:
Bir adam hicret ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş, sadece ALLAH’ın rızasını kazanmayı ve Resûlullah’ı hoşnut etmeyi hedef almışsa, hicreti makbûl olmuştur; ALLAH ve Resûlü’ne hicret etme sevabını elde etmiştir. Kim de hicret ediyor görünse bile, aslında bir dünyalık elde etme veya bir kadınla evlenme arzusuyla yola çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir sevap kazanamaz. Bu gerçeği ALLAH Teâlâ şöyle belirtmiştir:
“Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun kazancını çoğaltırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun âhirette bir nasibi olmaz” [Şûrâ sûresi (42), 20].
Bu hadîs-i şerîfin söylenmesine şöyle bir olayın sebep olduğu anlatılır:
Sahâbîlerden biri, Ümmü Kays adlı bir hanımla evlenmek ister. Fakat o günlerde Ümmü Kays Medine’ye hicret etmeyi düşünmektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen sahâbîye, niyeti ciddî ise Medine’ye hicret etmeyi ve orada evlenmeyi teklif eder. Mekke’deki kurulu düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen o sahâbî Ümmü Kays’la evlenmek arzusuyla Medine’ye hicret etmek zorunda kalır. Bu durumu bilen sahâbîler, Ümmü Kays’ın muhâciri anlamında “Muhâciru Ümmü Kays” diye takıldıkları o zâtın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya başlarlar. İşte o zaman Peygamber Efendimiz, bu hadîs-i şerîfle meseleye açıklık getirerek herkesin niyetine göre sevap kazanacağını belirtir.
Hadisten Öğrendiklerimiz:
1. Yapılan işlerden sevap kazanabilmek için o işlere iyi niyetle başlamak gerekir.
2. Niyetin kalben yapılması önemli olduğu için, bunu ayrıca dille söylemek şart değildir.
3. ALLAH rızası gözetilmeden yapılan işlerden sevap kazanılamaz.
4. İnsan göründüğü gibi olmalı, dünyevî bir çıkar için dini kullanmamalıdır.
5. İhlâs, niyet sağlamlığı demektir.

(Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5, Menâkıbu’l-ensâr 45, İtk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 16; Nesâî, Tahâret 60; Talâk 24, Eymân 19; İbni Mâce, Zühd 26)
Mü’minlerin emîri Ebû Hafs Ömer ibni Hattâb radıyallahu anh rivayet etmiştir.
Riyazü's Salihin - İmam Nevevi 
Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Yrd. Doç. Dr. Raşit Küçük

25 Temmuz 2013 Perşembe

ALLAH'ı zikreden toplulukları müjdeleyen hadis


Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“ALLAH Teâlâ’nın diğer meleklerden ayrı, sadece zikir meclislerini tesbit etmek üzere dolaşan melekleri vardır. ALLAH’ın zikredildiği bir meclis buldular mı, o kimselerin aralarına otururlar ve diğer melekleri oraya çağırarak cemaatin arasındaki boş yerleri ve oradan dünya semasına kadar olan mesafeyi kanatlarıyla doldururlar. Zikredenler dağılınca onlar da semâya çıkarlar. ALLAH Teâlâ daha iyi bildiği halde onlara:
– “Nereden geldiniz?” diye sorar. Melekler de:
– Yeryüzündeki bazı kullarının yanından geldik. Onlar Sübhânallah diyerek ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan seni tenzih ediyorlar, Allâhü ekber diye tekbir getiriyorlar, lâ ilâhe illallah diyerek seni tehlil ediyorlar, elhamdülillâh diyerek sana hamdediyorlar ve senden istiyorlar, derler. (Konuşma şöyle devam eder):
– “Benden ne istiyorlar?”
– Cennetini istiyorlar.
– “Cennetimi gördüler mi?”
– Hayır, yâ Rabbi, görmediler.
– “Ya cenneti görseler ne yaparlardı?”
– Senden güvence isterlerdi.
– Benden neden dolayı güvence isterlerdi?”
– Cehenneminden yâ Rabbi.
– “Peki benim cehennemimi gördüler mi?”
– Hayır, görmediler.
– “Ya görseler ne yaparlardı?”
– Senden kendilerini bağışlamanı dilerlerdi.
Bunun üzerine ALLAH Teâlâ şöyle buyurur:
– “Ben onları affettim. İstediklerini onlara bağışladım. Güvence istedikleri konuda onlara güvence verdim.
Bunun üzerine melekler:
– Yâ Rabbi, çok günahkâr olan falan kul onların arasında bulunuyor. Oradan geçerken aralarına girip oturdu, derler. O zaman ALLAH Teâlâ şöyle buyurur:
– “Onu da bağışladım. Onlar öyle bir topluluktur ki, onların arasında bulunan kötü olmaz.”

Kaynak: Müslim, Zikir 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 129.
Açıklama: Hadisimiz ALLAH’ı zikretmenin değerini, zikredenlerin kıymetini pek çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. “ALLAH’ı zikredenler” yani namaz kılan, Kur’an okuyan, hadis okuyan, ALLAH’a dua eden, ilim tahsil eden, ilmî sohbetler yapan kimseleri ziyaret etmek ve onların sohbetlerini dinlemek üzere vazifelendirilmiş melekler vardır. Hadisin bazı rivayetinde bu meleklerin, hafaza denilen koruyucu meleklerin dışında oldukları özellikle belirtilmektedir. Bunların dünya semâsına kadar, bir rivayete göre tâ arşa kadar birbirinin üstünde durdukları, bu bahtiyar insanları arayan diğer melekleri de haberdâr ettikleri, o zikir meclisindekilere kol kanat gerdikleri ve sohbetlerine kulak verdikleri belirtilmektedir.
ALLAH Teâlâ kullarının ne yaptığını meleklerden daha iyi bildiği halde yine de onlara“Kullarım ne diyor?” diye sormakla bir nevi târizde bulunmaktadır. Bilindiği üzere ALLAH Teâlâ meleklerine yeryüzünde bir halife yaratacağını haber verdiği zaman melekler buna karşı çıkmışlar, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı yaratmaya ne gerek var; zaten biz sana hamdü senâ ediyoruz, ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan seni tenzih ediyoruz, demişlerdi [Bakara sûresi (2), 30]. Cenâb-ı Hak kendisini zikreden kulları hakkında meleklere muhtelif sorular sorup onlardan cevaplar almak suretiyle âdetâ onlara, görüyorsunuz ya, kullarımın arasında işte böyleleri de var. Onlar beni zikretme hususunda meleklerden farksızdır, demiş olmaktadır. Hatta onlara, kullarım beni böyle samimiyetle zikrettiklerine göre, onlar da sizin gibi beni, cenneti, cehennemi görmüşler mi, diye ayrı ayrı sormak ve her birine, hayır görmediler, diye cevap verdirmek, görselerdi daha fazla zikrederlerdi, cehenneminden daha çok korkarlardı, dedirtmek suretiyle kullarının yaptığı zikrin değerine işaret buyurmaktadır. Cenâb-ı Hakk’ın meleklerini mahcup etmemek için söylemediği ve fakat onların çok iyi bildiği bir diğer husus da, bütün vazifeleri ALLAH’ı zikretmek olan meleklerin insanlar gibi şeytanın vesvesesine ve baştan çıkarmasına muhatap olmamasıdır. ALLAH’ı zikreden bu kimseler şeytanın bütün düzenlerini bertaraf ederek ALLAH’ın rızâsını kazanmak için orada toplandıklarına göre, onların Cenâb-ı Mevlâ katındaki yeri ve değeri çok üstündür. 
Cenneti ve cehennemi görmüşler mi, tarzındaki sorulardan, cennet ile cehennemin hâlen yaratılmış olduğu sonucunu çıkarmak da mümkündür.
Hadiste de gördüğümüz gibi ilâhî vaad ve müjdenin hoş bir örneğidir. Bilindiği üzere ALLAH Teâlâ  “Şayet (kulum) beni bir toplulukla beraber anarsa, ben de onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım”buyurmaktadır. Kendisini rızâsına uygun işlerle, zikir ve tesbihlerle anan kullarını, onlardan hoşnut olduğunu belirterek bağışlaması ne güzel bir tecellidir.
Zikir meclisinde bulunmayı düşünmediği halde, her ne sebeple olursa olsun onların arasına katılmaktan dolayı ilâhî affa kavuşan insanın durumu, ALLAH’ı anıp zikreden kimselerle beraber olmanın kişiye kazandıracağı imkânı ve fazileti göstermektedir. Güzel koku satıcısının yanında bulunan kimse, koku satın almasa bile etrafa yayılan güzel kokulardan nasıl faydalanırsa, iyi insanlarla oturup kalkan kimse de şu veya bu şekilde onların iyiliklerinden istifade eder.

Bir sonraki hadîs-i şerîf, bu hadisin özeti gibidir. Kendisini anıp zikredenlere Cenâb-ı Hakk’ın lutufları kısaca dile getirilmektedir. 


Hadisten Öğrendiklerimiz
1. ALLAH Teâlâ kendisini anan kullarından hoşnut olur ve onları meleklerinin yanında anar.
2. Bazı meleklerin vazifesi ALLAH’ı anıp zikredenleri tesbit etmektir.
3. Melekler ALLAH’ı zikreden insanları sever ve onları himâye ederler.
4. ALLAH’ın anıldığı zikir meclislerinde bulunmak insana mânevî faydalar sağlar.
5. Cenâb-ı Hak kendisinden samimiyetle bağışlanma dileyen kullarını bağışlar ve onları korktuklarından emin kılar.

Tercüme ve Şerh: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Yrd. Doç. Dr. Raşit Küçük

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Bir namaz hem kaza hem sünnet niyeti ile kılınabilir mi?


Kazaya kalmış namazların kazası ile meşgul olmak, revatip (farz namazlara bitişik olan) sünnetlerin dışındaki bir nafile namaz kılmaktan önemli ve önceliklidir. Ancak vakit namazları ile birlikte kılınan düzenli nafileler (revatip sünnetler) ve Teravih namazı imkanlar ölçüsünde kılınmalıdır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadislerinde, “Kulun kıyamet günü ilk hesaba çekileceği konu, farz namazlardır. Eğer bunlar tamamsa işi kolaylaşmıştır. Farzlarda eksiği varsa, “bakın bakalım, nafile namazı var mı? “ denilir ve nafilelerle farzları tamamlanır.” (Tirmizi, Salat, 188; İbn Mace, İkame, 202) buyurmuştur.

Kılınacak namazın ne olduğu kesin olarak tayin edilerek niyetlenilmesi gerekir. İki niyetle bir namaz kılınamayacağı gibi, namaz kılarken birden çok namaza niyet edilmez. Hem kaza namazına, hem de vaktin sünnetine birlikte niyet edilirse bu namaz, kaza namazı olur. Hem kaza namazı hem de vaktin sünneti kılınmış olmaz (Fetavay-ı Hindiyye, I, 125).

Bu bilgiler Diyanet İşleri Başkalığı'nın sitesinden alınmıştır.

Sevabı çok olan zikirler




- Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in tavsiye ettiği zikirler;
1) Her gün yüz defa, [ lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l–mülkü ve lehü’l–hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr ] derse, on köle âzâd etmiş kadar sevap kazanır; ona yüz iyilik sevabı yazılır; yüz günahı bağışlanır; bu zikir o gün akşama kadar o kimsenin şeytandan korunmasını sağlar. Bu zikri ondan daha fazla tekrarlayan kimse dışında hiç kimse daha faziletli bir iş yapmamış olur”
2) Her gün yüz defa [ Sübhânallahi ve bi–hamdihî sübhânallahi’l–azîm ] derse, onun günahları deniz köpüğü kadar bile olsa hepsi bağışlanır. ]
3) Her gün üç defa [ Sübhânallâhi ve bi–hamdihî adede halkihî ve rızâ nefsihî ve zinete arşihî ve midâde kelimâtihî ]
4) Her gün yüz defa [ Sübhânallah ] diyene, bin iyilik yazılır veya bin günahı bağışlanır.”

Zikirlerin Anlamları;
1) "ALLAH Teala'dan başka ilah yoktur, O tektir, ortağı da yoktur. Bütün mülk ona aittir. Bütün hamdü senalar onadır. O her şeye kadirdir."
2) Ben ALLAH’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim. Ben Yüce ALLAH’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tekrar tenzih ederim”
3) Yarattıkları sayısınca, kendisinin hoşnut olduğunca, arşının ağırlığınca ve bitip tükenmeyen kelimeleri adedince ben ALLAH’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim.”
4) ALLAH noksan sıfatlardan münezzehtir

KAYNAKLAR:
1) Buhârî, Bed’ü’l–halk 11; Daavât 64, 65; Müslim, Zikir 28. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 59, 62; İbni Mâce, Duâ 14.
2) Buhârî, Daavât 65, Eymân 19, Tevhîd 58; Müslim, Zikir 31. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 60; İbni Mâce, Edeb 56.
3) Müslim, Zikir 79. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 24.
4) Müslim, Zikir 37. Ayrıca bk. Tirmizî, Daavât 58.

HATIRLATMA: Zikirlerin doğru okunuşunu herhangi bir hafızdan, hocadan yada Kur'an'ı iyi bilen kişiden öğreniniz. Ayrıca bunlar dışındada zikirler mevcuttur. Aşağıdan arapçasına ve diğerlerine bakabilirsiniz.